Belçika’ya gittiğinizde Brüksel’den çok daha sevip, gezmek isteyeceğiniz minicik bir şehirden bahsetmek istiyorum. Google’dan sorduğunuzda bütün kaynakların, çikolata, dantel ve bira şehri dedikleri Brugge!
Aslında bir kalenin içine kurulmuş ve Ortaçağ’dan bu yana hiç bozulmamış tek Avrupa şehri. Aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası Listesi‘nde olan bu kanal şehri tek kelimeyle görülmeye değer.
Dantelleriyle ünlü derler ama bence şehrin kendisi de dantel gibi işlenmiştir. Gotik mimarı yapısı ve bunların suya yansımalarıyla bir görsel zenginliktir Brugge…
Her zaman söylediğim gibi, bir şehri gezmenin en güzel yolu yürümektir. Hatta kayboluyorsanız şanslısınız, yeni yerler keşfediyorsunuz demektir. Brugge de yürüyerek gezilebilecek en güzel şehirlerden biri. Oldukça turistik olmasına rağmen, üstelik de bu kadar küçükken nasıl oluyorsa bu turistik havayı hissetmezsiniz.
Yürümeye şehrin güney ucundan başlamak en iyisi. Zaten eğer Brüksel’den tren ile geldiyseniz güney ucundaki tren istasyonundan başlayabilirsiniz yürümeye…
Karşınıza ilk çıkacak yerlerden birisi ‘Begijnhof’ olacaktır. Büyük kavak ağaçları arasında, yaklaşık 7 yüzyıldır sadece kadınlara ayrılmış, rahibelerin yaşadığı küçük evler grubudur. 1937 yılında, halen burada yaşayan Benedictine kız kardeşlere adanarak bir manastır haline gelmiş. Beguines denilen bu kadınlar, Tanrı’ya hizmet için çalışırlar. Geceleri kapılar kapandığında, yalnızca kadınların yaşadığı bir yerdir. Ancak gündüzleri, özellikle bahar zamanı bahçesi belki de Brugge’ün en renkli bahçesi haline gelir.
Begijnhof’u hemen geçer geçmez, manevi hizmetleri bir yana bırakıp, dünya zevklerine düşmüş bir sokağa rastlarsınız. Stroofstraat eskiden, Amsterdam’ın Red Light’ı gibi eğlence ve suç dünyasına hizmet ediyordu. Bugün ise şehrin en dar sokağı olarak adı geçiyor.
Brugge için bira, dantel ve çikolata denilse de bence unutulan bir tanım daha var : Brugge aynı zamanda bir müze şehri. Çikolatanın ve patatesin bile müzesi var. Stroofstraat’tan çıktığınızda, Mariastraat’a varıyorsunuz. Hemen köşede aynı zamanda Avrupa’da bilinen en eski hastnae olan Hastane Müzesi’ne ( Hospital Museum) rastlarsınız. İçerideki tablolar size, 500 yıl önce hastanenin ve eczanenin nasıl olduğunu anlatır.
Hastane Müzesinin hemen karşısından ‘Zucchero’ çarşambadan pazara kadar, her akşam üstü , hala babaannelerden kalma tekniklerle renkli lolipopların nasıl yapıldığını gösterirler.
Paris Louvre Müzesi’ndeki Mona Lisa ne ise, Brugge halkı için de ‘çocuklu Madonna’ aynıdır. Michelengelo’nun İtalya dışındaki nadir heykellerinden biri, burada ‘Kadınlar Kilisesi’nde yer almaktadır. ( Church of our Lady – Onze Lieve Vrouwekerk) Madonna’nın sağ elinde Michelengelo’nın imzanı görebilirsiniz.
Mariastraat’tan saga döndüğünüzde, Gruuthusestraat’a varırsınız. Yol üstünde adını burada yaşayan aristocrat aile Gruuthuse’lerden alan (The old Palace) Eski saraya ratlarsınız. Gümüş ve halıcılık üzerine 15. Yüzyıldan 19. Yüzyıla kadar çeşitlı sunumlar vardır.
Hemen yanında Groeninge Müzesi’nde (Flamish Masters), Flamish sanatçıların yağlıboya eserlerini görebilirsiniz.
Wollestraat, Grote Markt meydanına çıkan en işlek caddelerinden biridir. Meydan, tüm Avrupa şehirlerinde olduğu gibi, şehrin en renkli ve hareketli bölgesidir. Etrafı restoran ve barlarla çevrilidir. Ama çok turistik olduğu için, belki bir kahve içip etrafı seyretmek üzere önerebilirim. Ancak yemek için kesinlikle ara sokaklardaki lokal restoranlara gidin derim… Meydanda en keyif veren şey bence faytona binerek gezmek olacaktır.
Meydanda 8 avro vererek Berfy Kulesine 366 basamakla tırmanıp, meydanı ve çatılarıyla şehri izleyebilirsiniz.
Çok yakında ikinci büyük meydan Burg Meydanı’dır. Burada Bishop’s Palace (Piskoposun Sarayı), Belediye Binası Stadhuis , eski nüfus müdürlüğü Paleis van het Brugse Vrije ve Kutsal Kan Basilikası Heiligbloed Basiliek’ı görebilirsiniz. Kutsal kan Basilikası’nın içinde, Kristal kutuda İsa’nın kanı olduğunu inanılır. Her yıl mayıs ayında bu kutu, Brugge sokaklarında dolaştırılır.
Meydanın biraz ilerisinde Çikolata Müzesine rastlarsınız. Yol boyunca karşısınız çıkan çikolata ve dantel dükkanlarından hala bıkmadıysanız, müzeye girerek Maya’larla başlayan çikolata hikayesini öğrenebilirsiniz. Müzenin baş yapıtı 520 kg ağırlayığındaki çikolatadan yapılmış Barack Obama heykelidir.
Brugge’de yapılacak en güzel şeylerden biri de kanal turudur. Yürüyerek göremeyeceğiniz bir çok güzel binanın önünden geçme şansınız olur. Sabah saat 11.00’e denk gelirseniz, her sabah aynı saatte pencereye oturarak kanalı izleyen meşhur köpeğe denk gelirsiniz. Sırf bu fotoğrafı çekebilmek için kanal turu alanlar ya da yürüyerek evin karşısında köpeğin çıkmasını bekleyenler vardır.
Yolun sonunda size değirmen karşılar. Artık Brugge merkezden biraz uzaklaşmış olduğumuz için karşınıza piknik alanları ve koyunlar çıkarsa şaşırmayın.
Bu sessiz bölgede, Jeruzalemderk 1428 yılında yapılmış bir gotik kilisedir ve modelini Jerusalem’deki Holy Sepulchre kilisesinden almıştır.
Brugge’de ne yenir?
Brugge, bira ve patates cennetidir. Söylentiye gore her gün bir çeşit birasını denerseniz bir yıl dahi yetmezmiş hepsini tatmaya.. Patatesin bile müzesi varken, kendinin ne kadar güzel olabileceğinden zaten bahsetmiyorum. Ancak bunları bulmak için, turistik meydanlardan uzak durup, ara sokaklara dalmak gerekir. En iyisi yerli halkına sorarak lokal bir restorana gitmektir. Helmstraat No: 3’de bulunan ‘De Vlaamsche Pot’ hem şirin atmosferi, hem de olağanüstü deniz ürünleriyle bence mutlaka denenmesi gereken bir yer. Fiyatı biraz pahalı olsa da kesinlikle değer!
Tabi çikolata ve şekerleme Brugge’ün olmazsa olmazı! ‘Dumon’ tavsiye edebileceklerimden olsa da, tüm dükkanlar ve çikolatalar enfes diyebilirim.
Avrupa’nın II. Dünya Savaşında tek bozulmamış, üstelik de hiç büyümeden olduğu gibi kalmış bu çikolata kokulu şirin şehre yolunuzu mutlaka düşürün derim!
Yapmadan dönmeyin:
- Kanal turu yapın
- Çikolata ve dantel alın
- Bisiklet kiralayarak şehri dolaşın
- Parklara gidip piknik yapın
- Brugge’ün bence en özel yanlarından biri kapı tokmaklarıdır. Dikkat edin!