“Üstad, mermer bu camiye öyle emek sarf edip, kapı ve duvarları öyle nakış bukalemun eylemiş ki, methinde diller kısır, kalem kırıktır.” İşte böyle anlatmış Evliya Çelebi Divriği Ulu Cami ve Darüşşifasını

Sivas’ın Divriği ilçesinde, 1985 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi‘ne alınan, “görmeden ölmeyin” sloganıyla tanıtılan ve Avrupalı bilim adamlarınca “Anadolu’nun El-Hamrası” olarak nitelendirilen Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, bir belki de bir çoğumuzun bilmediği ya da adını duysa da öneminin farkında olmadığı, kelimelerin anlatmaya yetmediği, tam anlamıyla bir dahinin elinden çıkmış bir yapıt : Divriği Külliyesi!

Divriği Ulu Cami

786 yıldır bütün heybetiyle bizleri etkileyen Divriği Ulu cami ve Darüşşifası’nın hikayesi şöyle:

Bir yanda Bizanslılar, bir yanda Türk göçleri, bir yandan Moğol baskısı derken çok büyük bir karmaşa varmış Anadolu’da… Mengücek Beyliği ise bu olayların biraz daha dışında olduğu için bu karmaşadan kaçan sanatçılar burada hükümdarın himayesine sığınmış. Hükümdar Ahmet Şah’ın tek hayali ise muazzam bir cami yapmakmış. İranlı mimar Hürrem Şah’a bu isteğini iletmiş. Hürrem Şah da 1228 yılında başlayarak, hayalindeki cenneti bu eserle yeryüzüne indirmiş. 1243 yılında yapımı tamamlanmış böyle bir eseri meydanı getirebilen kişi ancak bir dahi olabilir. Hürrem Şah da bir dahi. Kimseyi taklit etmemiş, kimse de onu taklit edememiş. Divriği’ye kimlik kazandıran bezemenin ne kendinden önce ne de kendinden sonra bir örneği olmadığına göre, buranın asıl sanatçısı hangi sanat ortamında yetişmişti. Kuşkusuz böylesine tek ve özgün bir tasarımı yöneten taş ustası çok büyük bir sanatçıdır.

Günümüze gelen tek eseri Divriği Külliyesi, öncesi ve sonrası yok. Adeta gelip bu şahaseri meydana getirmiş ve sonra da uçup gitmiş…

Mengücek beyi Ahmet Şah, servetinin tamamını harcadığı bu muazzem eseri yaptırmak için Ahlatlı Hürrem Şah adlı ustaya ulaşır. İranlı Hürrem Şah Ahlat’tan Divriği’ğe uzanan yolculuğunda zihninde taşıdığı hayallerine yenilerini katarak ilerler. Hürrem Şah heybesinde ceylan derisi üzerine çizili desenlerle Divriği’ye gelir. Hummalı bir çalışma başlar. Kurulan iskelelerin tepesinde aylarca çalışanlar taşı biçimlendirir. Hürrem Şah yolculukları boyunca farklı kültürlerden aldığı desenleri taşa yansıtır ve Ulu Cami’nin her bir motifi adeta nakış gibi işlenir.

Cami’nin en büyük özelliklerinden birisi karşıdan bakıldığında simetrik durmasına rağmen yakından bakıldığında hiç bir motifin bir diğeriyle aynı olmamasıdır. Bu müthiş tasarım, yaratılmış her canlının tekliğini simgeler. Muazzam Taçkapı da, ilk bakışta simetriktir. Ancak benzerlik sadece dış kontürlerdedir. Motiflerin içlerine baktığınızda hiç birinin diğerinin eşi olmadığını görürsünüz. Taçkapının üzerinde yıldız şeklinde bir desen vardır. Daha doğrusu biz desen olduğunu zannederiz. Oysa ki, külliyenin altında günümüzde kullanılır durumda olmayan alttan ısıtma sistemi vardır ve bu desenin içinde buhar kanallarını gösteren bir haritadır aslında…

Divriği Ulu Cami

Cami kapılarını cennetin kapısı gibi görmek müslümanlar için yaygın bir inançtır. Kuran-ı Kerim’in bir çok ayetlerinde değişik şekillerde tanımlanan cennet, çoğunlukla sık dal ve yapraklarla gölge yapan hurmalık, bağlık bahçe olarak betimlenir. Ayetlerde eşleri dünyada olmayan ağaçlardan söz edilir. Hürrem Şah da sanırım, bu ayetlerden etkilenerek bu Taçkapı’yı ve üzerindeki motifleri yaratmış hayalindeki cenneti anlatırken…

Prof. Dr. Doğan Kuban, Cennetin Kapıları (Gates of Paradise) isimli, özellikle Cami Kıble Taç kapısı ve Şifahane Taç kapısı’ndaki yontu sanatının eşsizliğini vurguladığı kitapta, Hürrem Şah’ı ve eseri şöyle anlatıyor: “İran kökenli Hürrem Şah, 11-12. yüzyıl Selçuklu döneminin yeni oluşumlar ortamında yetişmiş, deneyimli, dahi bir sanatçıdır. İslam tarihinde başka eşi olmayan bu taç kapıların mimarı ve heykeltıraşı, eski motif sözlüğüne getirdiği yenilikler, mimari tasarım dehası ve özellikle caminin kıble kapısındaki cennet kapısı tasavvuruyla 12-13. yüzyıl İslam Sufizmi’nin sanat alanındaki bir temsilcisi olarak da kabul edilebilir. Anadolu-Türk İslam Ortaçağı’nın Yunus Emre, Hacı Bektaş, Mevlana gibi büyük adlarıyla birlikte anılması gereken en büyük Müslüman sanatçılardan biridir Hürrem Şah. Divriği Ulucamisi ve Şifahanesi’nin taş oyma bezemesi, dönemin ölçütleri dışına çıkan ve bezeme niteliğinden çok bağımsız yontu karakterine yaklaşan özellikleri, zengin sözlüğü, cennet kapısı tasviri üzerine kurgulanmış programı ve tasarımıyla şaşırtıcı bir yenilik ve yaratıcılık sergilemektedir. Mimari ve bezeme arasındaki hiyerarşik ilişkileri ortadan kaldıran eşsiz bir deneme olarak, İslam mimarlık tarihi bağlamında olduğu kadar dünya sanat tarihinde de karşılaştırılabileceği başka bir örnek olmadığı için, mucizevi bir yapıt olarak ortaya çıkar.”

Yine Taç kapının üzerindeki hayat ağacı, yerle gök arasındaki ilişkiyi anlatır. Yeri bitki bezemeleri, göğü ise güneş temsil eder. Hayat ağacının en güzel örneklerinden biri yapılmıştır. Bu motiflerin büyüklüğü Hürrem Şah’ın hayalindeki cennetin büyüklüğünü gösterir, cennet olsa olsa böyledir diye anlatılır bu motiflerle… Her şey 2 motifle dile getirilir. Motiflerdeki güneş, lotus çiçeği, kutsal ağaçlar, her biri ayrı öykülerle dolu ve her biri aslında bir hikayedir.

Caminin üzerine düşen ışık gölge oyunlarındaki matematik hesabını ise anlamak mümkün değil. İkindi vakti kapıya düşen gölge, rükuda duran bir erkek görüntüsü verirken, sabah ışığıyla Cennet kapısında beliren gölge ise namazda oturan bir kadın görüntüsü. ‘Cennet anaların ayakları altındadır’ hadisini dile getirmek üzere bu şekilde tasarlandığı söylenmekte.

Cennet kapısında beliren namazdaki bayan gölgesi Taçkapıda oluşan rükudaki erkek gölgesi

Sütunlara işlenen çift başlı kartal Anadolu Selçukluların simgesidir. Gücün, doğruluğun, asaletin, özgürlüğün sembolüdür. Başının doğu ve batı yönünde olması ise, doğunun ve batının hakimi Selçukluları temsil eder. Kartal başını 180 derece çevirir ki, bu da Selçuklular her yönün hakimidir anlamına gelir. Yanındaki boynu bükük şahin ise Mengücek Beyliğinin sembolüdür. Yani Ahmet Şah ve Süleyman Şah’ın. Kartalın boynu büküklüğü ise Selçuklulara itaatin, tevazu ve saygının göstergesidir.

Ulu caminin hemen bitişiğindeki Darüşşifa ise da eşsiz baş yapıtı güzelliği ile tamamlar. Ulu Cami ile aynı tarihte, Ahmed Şah’ın eşi ve Erzincan beyi Fahrettin Berzamşah’ın kızı olan Turan Melek tarafından yine Hürrem Şah’a yaptırılmıştır. Hastalarının su sesiyle sağlığına kavuştuğu bir şifahanedir. Ortasındaki su havuzundan akan sular akustik bir yapıda melodi oluşturarak, hastaların tedavisinde kullanılmış. Aynı zamanda akıl ve sinir hastanesi olan Darüşşifa’da, doktor odası 1 kat yukarıda. Odaya çıkan merdivenlerin basamakları yüksek ve yamuk. Bunun sebebi ise akıl hastalarının yukarıya çıkmasını engellemek.

Turan Melek Darüşşifası Turan Melek Darüşşifası Divriği Divriği Turan Melek Darüşşifası

Külliye öylesine etkili ki, güzelliğini etrafa da saçmış. İçinde sanat aşkı olan ustalar Ulu Cami’den etkilenmiş. Divriği ev kapılarında bunun izleri görülüyor. Sadece ev kapıları değil Divriği Kalesi de, acıklı hikayesine rağmen, külliyenin güzelliğine destek olmak için oracıkta beklemekte.

O dönemin padişahının çok güzel bir kızı varmış. Fakir bir gençle birbirlerine çok aşıklarmış. Bunu duyan padişah küplere binmiş ama aşkları karşısında evlenme isteklerine razı gelmiş. Ancak bir şartı varmış. Kaleden karşı dağa bir ip germiş ve ‘karşıdan karşıya geçebilirsen kızımı sana veriririm’ demiş. Kabul eden genç, başlamış ipten karşıya geçmeye… Ancak tam ipin ortasına gelmişken, padişah ipi kestirivermiş. İpten düşen genç ölmüş, bunu gören padişahın kızı da kendini dağdan aşağı atarak intihar etmiş. İşte böyle acıklı bir efsanesi var Divriği Kalesinin…

Divriği’yi süsleyen bu şaheserlere karşılık, tabi ki etraftaki yapılaşma maalesef, bu eserlerin dokusuna zarar vermeye başlamış. Süslemeler; hava, nem ve tuz etkilerine dayanıklı değil. Ahmet şah bu eskimeyi ön görmüş olacak ki, şöyle bir emir vermiş: ‘ Yumurtanın akı 40 dirhem dahi olsa alınız ve sürünüz.’ Bu sebeple her yıl yılın belirli aylarında yumurta bayramı düzenlenirmiş. Gerek ordan, gerek civar köylerden insanlar yumurtalarını alır avluda toplanırmış. Kazanlar kurulurmuş. Kazanlara yumurtanın sarısı bir yana akı bir yana ayrılırmış. Sarısıyla ahaliye ikram, akı ise eserin kapı ve duvarlarına korumak maksatlı sürülürmüş.

Ahmet Şah istemiş, parası varmış. Hürrem şah istemiş, hayalleri varmış. Bazı taşlar yerinde olmasa da, hayaller gerçekleşmiş ve yüzyıllarca ayakta kalmış bir şaheser ortaya çıkmış. Ne kadar şanslıyız ki, böylesine bir güzellik hemen yakınımızda, güzel memleketimizde.. O halde dedikleri gibi: ‘ görmeden ölmeyin!’.

 

 

6 Yorumlar

  1. çok güzel yazı. ancak gölge’ye bayan demek nedir? gölge bir kadın gölgesidir, “bayan gölgesi” değil! kadın demek bu kadar mı zor?

  2. sc:erivThanks for the suggestions you have shared here. Yet another thing I would like to state is that laptop or computer memory needs generally increase along with other advances in the technological know-how. For instance, if new generations of cpus are brought to the market, there’s usually a matching increase in the size and style demands of all laptop or computer memory as well as hard drive space. This is because the application operated by simply these cpus will inevitably rise in power to take advantage of the new know-how.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.