Şehir karmaşasından yoruldunuz mu? Mis gibi bir hava soluyup, biraz sakinlik ve huzur mu arıyorsunuz? Hepimizin ihtiyacı olan bu soruların cevabı için yakınlarda bir adres var: Yeşilyurt Köyü.
Kaz Dağının eteklerine kurulmuş, Ayvacık ilçesine bağlı bu sevimli köy, huzuru arayanlar için birebir. Yakınlarındaki Nusratlı köyünden çıkarılan doğal taşlarla yapılan evler, Kaz Dağının bol oksijeni ve yörenin en büyük özelliği olan zeytin ve zeytinyağı ürünleri ile defalarca ziyareti hak ediyor.
Yeşilyurt köyü, özellikle şehrin karmaşasından sıkılmış, yeni ve sakin bir hayat kurmak isteyenlerle bir göç köyü olmuş adeta. Çoğunluğu İstanbul’dan gelen mal sahipleri eski taş evleri alarak kafe ya da butik otele çevirmiş. Bu mekanların hepsi de oldukça keyifli. Mekan sahipleri, eski kapıları, masa ve sandalyeleri boyamak, ev yapımı reçel kavanozlarına dantel kapaklar yapmak gibi yaratıcı işlerle farklılık yaratan ortamlar ortaya çıkarmışlar.
Köyün tamamında bir sessizlik ve huzur hakim. Köy meydanı, her köyde olduğu gibi koca bir çınar ağacının altına kurulmuş köy kahvesiyle gelenlere ‘hoş geldin’ diyor. Hemen çevresinden başlayan, sağında solunda butik otellere ya da kafelere dönüşmüş taş evlerin sıralandığı Arnavut kaldırımlı daracık sokaklarda ise tertemiz havayı soluyarak keyifle yürüyebilirsiniz.
ZEUS’TAN SARIKIZ’A EFSANELER DAĞI
Köyün tarihçesine bakacak olursak, Çepni Boyu’nun iki kardeş beyi bu yamaçlara Büyük Çepni ve Küçük Çepni olarak iki köy kurmuşlar. Uzun seneler Rumlar ve Türklerin beraber yaşadığı bu köyde de ne yazık ki, yurdumuzun Ege sahillerindeki bir çok yerde olduğu gibi, mübadele zamanında bu köylerdekiler Yunanistan’a göç edip, Midilli ve Girit’ten gelen Türkler de buraya yerleşmiş. Cumhuriyet döneminde ise, yeşilliğinden adını alan köyün adı Yeşilyurt Köyü olarak değişmiş.
Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı köy, Kaz Dağının eteklerine konuçlanmış. İlyada Destanında adı ‘Bin Pınarlı İda’ olan dağın en büyük özelliği dünya üzerinde oksijeni en bol nadir yerlerden biri olması. Bu yüzden özellikle sağlık turizmi ve yoga kampları gibi doğayla iç içe olmak isteyenlerin gözde rotalarından biri. Ancak dağın özelliği bununla da bitmiyor. Mitolojide, efsanelere konu olmuş bu dağın adının Giritli denizciler tarafından, Zeus’un doğduğu Girit’teki İda Dağı’na atıfta bulunmak için konduğu yer alıyor.
Aslında İda Dağı’nın ünü Homeros’un İlyada destanından geliyor. Özellikle Antik Yunan Mitolojisinde mitosların pek çoğu bu dağda geçiyor. Efsaneye göre Hera, Afrodit ve Athena‘nın katıldıkları, Truva Savaşı‘na yol açan o meşhur güzellik yarışması burada yapılmış, Hermaphroditos burada büyümüş, Zeus burada doğmuş ve Hera ile burada evlenmiş, tanrılar Truva Savaşı’nı buradan izlemiş ve Afrodit ilk kez burada aşık olmuş.
Şöyle adı geçer dağın meşhur İlyada destanında: ‘Hera dosdoğru yürüdü Gargaros doruğuna, İda’nın en yüksek tepesiydi bu, Zeus onu gördü, görür görmez aşk sardı düşünceli kafasını, öyle bir aşkı ilk birleştikleri gün duymuştu, ana babalarından gizli çıktıkları gün yatağa’…
Yakın tarihlere gelirsek buralarda yazılmış halk destanları da var. Sarıkız Destanı, yörenin bilinen en meşhur destanı. Bu efsanenin bir çok versiyonu olsa da, en anlatılan şekline göre bu köyde güzeller güzeli bir kız yaşarmış. Kendisine gelen tüm evlenme tekliflerini ret edince gururu kırılan delikanlılar bir süre sonra, kız için kötü yola düştü diye dedikodular çıkarmaya başlamışlar. Bu dedikoduların üzüntüsüne dayanamayan kızcağız da, annesinin ve babasının yüzüne bakamaz hale gelmiş ve dağın en tepesine kaçıp kendine orada bir hayat kurmuş.
Gel zaman git zaman ağır bir kış olmuş ve köye ziyarete gelen yabancılar tepede kaza geçirip, yaralanıp mahsur kalmışlar. Sarıkız onları misafir etmiş ve her gün, baktığı kazlardan aldığı yumurtalarla onlara yemekler pişirip iyileştirmiş. Yol açılınca aşağıya inen yabancılar, ‘köyde kazları olan ermiş bir kız bizi iyileştirdi’ diye anlatmışlar. Sözler babasının da kulağına gidince, daha fazla hasrete dayanamayıp kızını görmeye gitmiş. Dağın tepesine varınca, kızına ‘önce bir namaz kılacağım, bana hemen bir su ver’ demiş. Sarıkız da hemen elindeki ibrikle dağın tepesinden eğiliverip denizden su almış. Bunu gören baba kızının ermiş olduğuna ve suçsuzluğuna inanmış.
İşte bu halk hikayesi ne kadar doğrudur bilemem ama yöre halkı hala, her yıl Ağustos ayının son haftası Sarıkız için Tahtakuşlar ve Güre’nin üstündeki Kavurmacılar Köyünde şenlikler düzenlenmekte.
DÜNYANIN EN KALİTELİ ZEYTİN VE ZEYTİNYAĞI
Yeşilyurt köyünün de içinde bulunduğu bu bölge, ülkemizin ve hatta dünyanın en kaliteli zeytin ve zeytinyağına sahip. Dolayısıyla buraya gelip de en azından tadına bakmamak olmaz. Bereketli toprakların sunduğu ürünleri köy halkı, meydanındaki minik dükkanlarda satıyor. Kekik, kurutulmuş domates, kapari çiçeği, karpuz çiçeği, bal, keçi peyniri ve yöreye has testi peyniri buradan alıp götürmek isteyeceğiniz ürünler.
Aynı zamanda çoğunluğu yine meydanda olan kafe ve restoranlar, özellikle zeytinyağlı yemekleri ile meşhur. Kabak çiçeği dolması, zeytinyağlı bamya, zeytinyağlı fasulye gibi sağlıklı yiyeceklerin yanında, biraz da kanınıza giren karbonhidratlı lezzetler de var menülerde. Manlama, kıymalı gözlemenin ufak kareler halinde kesilip üzerine yoğurt ve sos dökülmesiyle yapılıyor ve oldukça lezzetli. El açması mantı ve gözleme de hemen hemen tüm kafe ve restoranlarda karşınıza çıkıyor.
ESKİ TAŞ EVLER BUGÜNÜN BUTİK OTELLERİ
Köydeki hemen hemen tüm evler restore edilerek butik otel haline dönüştürülmüş ve hepsi de oldukça keyifli. Biz seyahatimizde İda Taş Konak Otel’de kaldık. Otelin içine girdiğinizdeki geniş yeşil alan, kuş sesleri ve mis gibi soluduğunuz temiz hava ile ilk karşılama olarak size doğru yerde olduğunuz hissini veriyor. Geniş odalarındaki balkondan Ege Denizini seyrettiğiniz otelin, 18 standart ve 8 süit odası var. Standart odalarının bile ortalamanın üstünde büyük olduğunu söyleyebilirim.
Hamam, sauna, SPA, açık havuz da olan otel bir hafta sonunda şehrin gürültüsünden kaçmak için ideal. Otel oda & kahvaltı ya da yarım pansiyon gibi seçenekler sunmakta. Otelin sabah kahvaltısı ve akşam yemeği oldukça zengin bir menüden oluşuyor. İki kişilik oda fiyatı şu mevsimde gecelik 270TL civarı. Otel ve fiyatları ilgili detaylı bilgi almak isterseniz Jolly Tur sayfasını da inceleyebilirsiniz.
YEŞİLYURT KÖYÜNÜN YAKIN ÇEVRESİNDE BAŞKA NERELERİ VAR?
Aslında süre kısa ise, yerinizden pek kıpırdamadan sessizlik ve huzurun keyfini çıkartmak isteyeceksiniz ama yine de gelmişken neler yapabilirim derseniz, öncelikle köy içindeki ‘Köyden Kente Teknoloji Müzesi’ ilginizi çekecektir. 18. Yüzyıldan bu yana çeşitli objelerin toplandığı bu müzede, bu objelerin teknolojik gelişim süreçleri anlatılıyor.
Hemen 3 kilometre yakınındaki Adatepe Köyü de, aynı Yeşilyurt gibi taş evlerden ve bunların butik otel ya da restoranlara dönüştürülmesinden oluşuyor. 1989 yılında SİT alanı ilan edilmiş ve artık köyde yeni bir oluşuma izin verilmiyor. Ancak olan evler, aslına sadık kalarak restore edilebiliyor.
Adatepe köyünün hemen girişinde Zeus Altarı var. Aracınızı kapıda park ederek 760 metrelik bir yol yürüyorsunuz. Çam ormanı arasından kıvrılan bu yolda yürüken karşıdan Adatepe Köyünü izleyebilirsiniz.
Yolun sonuna geldiğinizde size bir kayaya oyulmuş altar karşılıyor. Rivayete göre, Zeus bu tepede Afroditle aşk yapar ve bir yandan da savaş yönetirmiş. Aynı zamanda, burada genç kızlar tanrıya adak olarak da sunulurmuş.
Efsanenin her iki yönü de ilginç olsa da, sizi esas şaşırtan kayanın tepesine çıktığınızda manzara olacak. Neredeyse tüm Edremit Körfezini ayaklar altına seren, uçsuz bir Ege denizi size selamlar. Rüzgarı hafif hafif hissederken, efsaneleri hatırlamamak elde değil. Rüzgarın sesiyle sanki bir yanda Zeus fısıldar, diğer yandan da ona adanan bakireler…
Tahtakuşlar Köyü adını tahta işlemeciliği yapan kadınlardan almış. Köyün ilginç yanı bence içindeki AliBey Kudar Etnografya Galerisi. Bu köyün insanları her yıl Ağustos ayının son haftası Sarıkız’ı anmak için dağlara çıkar, şenlikler düzenlermiş. Bu galeride, yöresel kıyafetler ve gelinliklerden tutun da eski telefonlara ya da dünyanın en büyük deniz kaplumbağasına kadar bir çok obje sergilenmekte. Ancak doğrusu benim ilgimi daha çok, Şaman geleneklerinde önemli bir yeri olan, kötü rüyaları kovup iyi rüyaları çağıran ‘Rüya Kapanı’, evlenmek isteyen kızların ve yeni gelinlerin taktığı karanfilli kolye, anne sütünü çoğaltan kolye, bolluk bereket için evlere asılan başaklar gibi ürünler çekti.
Mıhlı Çayı ise bir doğa harikası. Ama ne yazık ki bu güzelliği koruyamamışız ve onca doğal güzelliğin arasında sağa sola atılmış eşyalar, kırık dökük ahşap kulübeler, ağaç altına konulmuş eski piski koltuklarla bu güzelliğin maalesef bir bataklığa dönüştürüldüğünü de söylemek zorundayım.
DÖRT MEVSİM AYRI GÜZEL
Bu güzel bölge ne zaman ziyaret edilir derseniz, bana göre her mevsim ayrı bir güzelliği var derim. Ama ilk ve sonbahar, her yerde olduğu gibi buraya da ayrı bir güzellik katıyor elbet. Bir yandan kızıldan sarıya, yeşilin her türlü tonuna kadar bin bir renge bürünen doğa, bir yandan kışın habercisi narlar ve ayvalar dört bir yanda. Biz de bütün bu güzellikleri görerek, bereketi bol bir kış olsun dedik ve dönüş yoluna geçtik.
Kaz dağı, bir yanda hakkında yazılmış onlarca efsane, diğer yandan dünyanın oksijeni en bol yerlerinden biri. Merak etmemek elde değil. Üstüne bir de doğa güzellikleri ve yörenin lezzetleri de katılınca, çok değil sadece bir hafta sonu için bile gitmeye kesinlikle değer. Afrodit’ten Sarıkız’a bunca destanı hak eden bir bölgeye yolunuz düşerse, Yeşilyurt Köyü kısa süreli bir soluklanma için size kollarını açacaktır.
Harika bir Yeşilyurt Köyü yazısı olmuş. Ellerinize sağlık 🙂 Herkes bu köyü görmeli diye düşünüyorum
Çok teşekkür ederim. Gerçekten çok güzel bir köy. Biraz daha özenle Avrupa’daki Orta Çağ köylerine taş çıkarır 🙂