7000 yıllık medeniyetin izleri, Avrupa’nın tarih başkenti, Olimpiyat ateşi ve felsefenin doğduğu topraklar… İstanbul’a hem coğrafi hem de kültürel olarak çok yakın, dünya üzerinde kendimizi hiç yabancı hissetmeyeceğimiz belki de tek ülke Yunanistan’ın başkenti Atina!
Atina’da sadece genel kültüre değil, yemeklere de kendimiz hiç yabancı hissetmeyiz. Belki de bu sınırlar ayrıldığından beri, tespih, tavla, kahve, baklava kimin kavgası var. Kimin olduğu bir yana, mübadele sonrasında toplumlar o kadar birbirine bağlanmış ki, kültür neredeyse aynı. Yemeklerin adları bile neredeyse aynı.
Atina’da yenenler, Yunan mutfağından farklı değil. Her yerde karşınıza çıkan Greek Salatası, kabak kızarması, kalamar, Musakka, Feta peynirli çeşitli mezeler ve Yunan Kahvesi Atina’da da geçerli.
Greek Salatası, bizim çoban salatasına benzer. Farkı üzerine eklenen koca bir dilim feta peyniri. Yunanlılar, feta peynirini hemen her yerde kullanıyorlar. Kızarmış peynir toplarında ya da içi feta peyniri ile doldurulmuş biber kızartmalarında da yeri var.
Atina seyahatimiz sırasında Paskalya Bayramına denk geldik. Bayramda adet kuzu çevirmek ve kokoreç yemekmiş. Her yandan yükselen dumanları ve kokuları tahmin edebilirsiniz.
Burada kokorecin içine ciğer doldurularak daha farklı bir lezzet elde edilmiş. Çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Ama meraklısı için denemeye değer.
Atina’da dondurma yiyin demek hiç aklıma gelmezdi ama İtalyanlardan daha güzel İtalyan dondurması sattıklarını söyleyebilirim. Onlarca çeşidi olan dondurmacıları atlamayın derim.
Paskalya’nın bir diğer yansıması elbette her yerde satılan rengarenk yumurtalardı. Özellikle Thission’dan başlayan Apostolou Pavlou caddesi el sanatları sokağı olmuş ve her kes kendi yaptığı ürünleri tezgahlarda satıyor. Elbet Paskalya yumurtaları başroldeydi. 🙂
Pire’de bayram olduğu için açık olan tek tavernada yer bulamamamız sayesinde, sokakta Paskalya bayramını kutlayan bir gruba denk geldik. Onların sofralarına davet edilip, birlikte kuzu çevirme, kokoreç yemek ve sirtakilerini seyretmek bize en güzel restorandan daha keyifliydi.
Atina’da ilgimi çeken bir görüntüde sokakta el arabasında kuruyemiş satanlar oldu. Bu görüntü beni çocukluk günlerime götürdü doğrusu… Sokaktan bağıra bağıra geçen pamuk helvacılar, dondurmacılar, kuruyemişçiler filan…
Dediğim gibi aslında pek de birbirimizden farkımız yok. Kültürler çok yakın, yemekler pek benzer. İsimleri bile neredeyse aynı. Halklar deseniz zaten yıllar yıllar önce aslında kader birliği yapmış. Ordan buraya gelenler, buradan oraya gidenlerle zaten tek bir kültür olmuşuz. Türk kahvesi mi, Yunan kahvesi mi dersiniz bilmem ama özellikle Plaka’nın kat kat merdivenlerinde oturup, mutlaka bir kahve keyfi yapın. Begonvillerin altındaki şirin kafelerde oturmak, oranın havasını solumak bile bir hafta sonunda bu kaçamağı yapmaya değer.
Ben Atina’yı çok sevdim. Bir hafta sonu, komşuyu tanımaya ve farklı yerler görmeye yeter de artar bile…