Prag uzun zamandır listemde olan ama nedense hep sona attığım şehirlerden biriydi. Vakit kısa araştıracak zaman da olmayınca bu sefer bir tur alalım dedik. Biraz da tembellik yapalım demiştik doğrusu. İstedik ki bu sefer pek de bişey düşünmeden gezelim.
Kasım ayı ve hava soğuk mu soğuk! Prag’a indikten sonra otobüsümüze bindik ve gezinin başlayacağı meydana geldik. Hani birileri bizi gezdirsin istiyorduk ama ilk üç dakika içinde bunun bize göre olmadığını anlayıp turdan ayrıldık. Prag’in tepelerindn aşağıya doğru, kalbimizin seslendiği yöne doğru gidip Prag’ı keşfe başladık.
Hava çok soğuk ve çok puslu olduğundan, fotoğraf çekmek bile pek keyifli değildi. Prag kalesi katedralinden ve genelde kiliselerle dolu meydandan yavaş yavaş aşağıya inerken Franz Kafka’nın yaşadığı sokağa geldik. Hansel ve Gratel’den kalma bir sokak. Minik minik renkli dükkanlar. Aynı zamanda dükkanlardan bazıları küçük serbest girişli müzeler.
Bu müzelerden birinde bir film oynatma makinesine rastladık. Nedense bu görüntü bizi çok heyecanlandırdı. Sanki çocukluk günlerimize dönüp, evcilik oynuyorduk o minik dükkanların içinde. Zaten eski filmler denilince bende akan sular durur, duvarlardaki o posterleri görmek bile çok keyiflendirdi bizi.
Bu sokaktan çıktantan sonra, ısınma umuduyla köşede ayak üstü satılan sıcak şaraptan alarak, yokuş aşağı yeni şehirden yürümeye devam ettik. Yer yer Prag’ı tepeden görüp, yer yer bağların içinden geçtik.
Sonbaharın tüm güzel renklerini bize sunan bir parka geldik. Ördekleri beslemek çok keyifliydi. Hava ne kadar puslu olsa da meşhur köprüleriyle Prag’in fotoğraflarını çekmeye çalıştık.
Park bizi üzerinde dilek için kilitler asılmış olan bir köprüye çıkardı.
Gelinle damatın poz verme çabaları ve fotoğrafçının ısrarla gelini döndüerek poz verdirmeye çalışması sonunda gelinin yere düşüşüyle, bu kareyi biz de yakalamış olduk. 🙂
Yolumuz bizi Prag’in en ünlü Charles (Karl) köprüsüne getirdi. Köprünün üstünde insandan yürümek mümkün değil. Heykeller bir yandan (75 adet heykel olduğu söyleniyor), kukla oynatıcıları, müzik yapan cazcılar, dilenenler, ressamlarla tam bir cümbüş. Ama o kadar kalabalık ki fotoğraf çekmek mümkün değil. Güneşin doğumuyla erkenden körüye gelip, hayalimizdeki sislerin arasından Prag ve köprü fotoğraflarını çekmeye niyetlendik ama ne yazık ki ertesi sabah daha soğuk olacaktı ve biz yorgunluktan yataktan çıkamayacaktık. 🙂
Köprüden karşıya geçip, yine hızlıca Old Town, Yahudi mahallesi ve mezarlığını geçip, buluşma noktamıza doğru ilerledik. Otobüs bizi o kadar bekletti ki artık burunlarımızı ve ellerimizi hissetmez olmuştuk soğuktan. Otele girip sıcak bir duş aldıktan sonra, tekrar şehire inmemeye karar verdik. Aslında Prag’da en istediğim şeylerden biri bir caz klübe gitmekti ama yorgunluğum ve uyuma isteğim ağır bastı. Otelde meşhur gulaş yemeğini yeyip, yatağa gömüldük.
Ertesi sabah turlara katılmayıp kendimiz Kutna Hora’ya gitme kararı aldık. Hem Karlovy Vary’e hem de Kutna Hora ve kemik kilisesine tur vardı. Biz Kutna Hora yönüne kendimiz gitmeye karar verdik. Başımıza gelenleri Kutna Hora yazımdan biliyorsunuz zaten. 🙂
Kutna Hora dönüşü çok zor bulduğumuz taksiyle saat 16.00’ya yaklaşırken koşa koşa meydana gelip, meşhur saatin yakınlarında, en güzel görüntü alabileceğimiz bir yer bulmaya çalıştık. Malum saat başı çıkan 12 havariyi görmemiz lazımdı. Altında onlarca insan birikmiş, sabah 09.00’dan 21.00’e kadar her saat başı çalan, güneşin ve ayın gökyüzündeki durumu gösteren bu astrolojik saattin onlara sunacağı gösteriyi beklemekteydi. Ölüm figürü olan çanın çalmasıyla beraber sa’nın 12 havarisi kendini gösterir ve insanlara “herkes bir gün geldiği yere döner” mesajını verir.
Saatin etrafındaki 4 kukla bizlere doğruyu hatirlatır. Biri aynayla kendine bakarak “kibiri”, elinde altın torbasını tutan Yahudi “cimriligi”, iskelet “yaşama karşı isteksizliği” ve Türk olduğu söylenen sonuncu kukla ise “gece hayatına ve zevke düşkünlüğü” sembolize eder ve insanlara bu gafletlere düşmemeleri konusunda saat başı hatırlatma yapar.
Saatin altındaki diğer 4 kukla ise, öncekilerinin aksine yapılması gerekenleri hatırlatır ve bilime, adalete, astronomiye ve eğitime önem vermemizi söyler. Ve horozun ötmesiyle gösteri biter.
Seyredenlerin kaçı bu mesajı alır onu bilemem ama havarileri görmek için saatin altında her saat başı onlarcasının biriktiği söyleyebilirim.
Saat bizi pek de heyecanlandırmadı doğrusu. Ama gösterinin hemen ardından Old Town’da kurulmuş olan pazarsa çok mutlu etti. Etraftaki eski arabalarla ya da atlı arabalarla yapılan şehir turu, tarihin içindeymişsiniz havasını veriyordu. Hamur kızartanlar, sıcak şarap yapanlar, meşhur çek birası satanlar, müzik yapanlarla dolu eski şehir. Biz de hamur kızartmasıyla sıcak şarap içip, bize süpriz yapıp çıkan güneşle eğlendik. Gri havanın ardından çıkan güneş bizi çok mutlu etmişti.
Gece bizi yerel gösterilerin yapıldığı ‘şehrin biraz dışında eski bir aile evine (evi derken kale de diyebilirim) götürdüler. Dansçı kızlar ve ateşle gösteri yapan eski korsan kılıklı adamlarla eğlenmeye çalıştık. En azından onların yerel eğlencesine tanık olmuştuk. Aslında eğlenceden daha çok bizi ev ve içindeki eşyalar etkiledi. Her odada karşınıza başka bir dünya açılıyordu sanki.
Gece eğlencemizi de tamamladıktan sonra, ertesi gün Viyana’ya doğru yola çıkmak üzere otele döndük. Prag bende derin izler bırakmadı. Belki zamanın kısalığından, belki havanın soğukluğundan. Ama romantik bir şehir olduğunu söyleyebilirim. Üstelik bir caz klübe gidemedim, kukla gösterisi izleyemedim. Bir kukla bile alamadım. Bu yüzden belki bahar aylarında yine gidilip keşfedilmesi gereken yerlerde hala listemde.