M&M mağazası

Çılgın şehre dönüş: İkinci Gidişim

Meşhur Times Square ve rengarenk ışıkları, devasa gökdelenler, Empire States binasının tepesinden seyredilen manzara, şehrin akciğeri Central Park, meşhur Beşinci Cadde, her şeyi ile insanın başını döndüren New York… Nam-ı diğer ‘Büyük Elma-Big Apple’ New York kalbimi çalanlardan…

New York’a ilk gidişim aklımı başımdan almıştı. Her saat cıvıl cıvıl yaşayan bir şehir! Ama vaktim o kadar azdı ki şöylece bir kapıdan bakıp çıkıvermiştim. Yani tadı damağımda kalmıştı. Listeme almıştım, ilk fırsatta yeniden gidip doya doya gezecektim!

Beş yıl sonra işte böylece New York’a ikinci kez gittim. Bu seferki seyahatim tamamen gezmek ve eğlenmek amaçlıydı. Orada yaşayan çılgın arkadaşım Natalie’de kalacak ve şehrin altını üstüne getirecektik.

Geldiğimin ilk gecesi, yine tüm jet-legime rağmen ayağımdaki stilettolarım ile ‘Bed’ isimli kulübe attık kendimizi. Adından da anlaşılacağı gibi oturacağınız alanlarda koltuklar yerine yataklar vardı! Ve ben yorgunluk ve jet-leg etkisiyle yatağı da bulunca barda uyuyakaldım tabi!

O zamanın popüler mekanı ‘Bed’ internetten bir fotoğraf…

O dönemlerde yatak kulüplerinin hızlı  bir yükselişi vardı ve aynı hızla da trajik düşüşü… Gece dışarı çıkmak için en popüler yer içinde yatak olan bir gece kulübüydü. Meşhur Sex and the City sahnesinde görülene kadar ani bir yükseliş, hızla yerini çöküşe bıraktı (haklı olarak!).

Natalie ve ben…

Natalie, gerçek bir New Yorker ve nerede ne yapılır, ne yenir gerçekten iyi biliyordu ve kaldığım sürece bir mekandan diğerine koşturduk durduk. Sayısız ödülleri ile dünyanın pek çok yerinde şubeleri olan Uzakdoğu mutfağı Nobu, son derece şık ve lezzetli. Dünyanın en iyi restoranlarından olan Nobu’nun kurucusunun başarısının ardında aslında hazin bir hikaye var.

Nobuyuki Matsuhisa, yedi yaşındayken bir trafik kazasında babasını kaybediyor. Japonya’da abisinin korumasıyla geçen çocukluk yıllarında, sushi yemek için gittiği bir restoranda geleceği şekilleniyor. Bugün hala sır gibi saklanan kendine has tarifleri ile ilk restoranını ilginçtir ki Peru’da açıyor. Ardından Arjantin gibi farklı ülkelerde de açtığı restoranlarının yönü, o sıralarda talihsizlik gibi görünen olaylar ile Amerika’ya dönüyor. Los Angeles’tan başlayarak, zamanla tüm Amerika’ya yayılıyor sushileri…

Sushilerin namı Hollywood’a ulaşınca,  Robert de Niro hem dostu, hem de iş ortağı oluyor.

1994 yılında New York şubesini açıyorlar. Amerika ve dünyada 50’den fazla şube açılıyor. Her yerde olduğu gibi rezervasyonsuz yer bulunmayan New York şubesinde oldukça geniş bir Uzakdoğu mutfağının tabi ki yine baş tacı sushi ama barda beklerken ikram edilen deniz tuzlu çıtır fasulye atıştırmalığının tadı hala damağımda…

Nobu gecesinden, Alma ve ben…

Natalie’nin beni ‘mutlaka görmelisin’ diye götürdüğü ve New York’un neredeyse sembolü bir diğer yer ise Grand Central Terminal. Diyeceksiniz ki tren santralinin ne özelliği olabilir ki? Gitmeden önce ben de öyle düşünmüştüm. Ama pek çok filmde de kendini gösteren terminal New York’un ikonik güzelliği!

Grand Central Terminal…
O zamanki fotoğraflarımın pek çoğu kaybolduğu için internetten bir fotoğraf…

Midtown Manhattan’daki bu dünyaca ünlü tarihi simge, sadece bir ulaşım merkezi değil, aynı zamanda 60 mağaza, 35 yemek mekanı ve bu muhteşem çatı altında eksiksiz bir etkinlik takvimi ile bir alışveriş, yemek ve kültürel destinasyon!

Şubat 1913’te halka açılan Grand Central Terminal, harika bir mühendislik örneği; bir hayatta kalma ve yeniden doğuş hikayesi. 1978’de mimar Philip Johnson ve ‘First LadyJacqueline Kennedy Onassis, terminalin statüsünü güvence altına almak ve binanın gelecek nesillerde boyunca da New Yorklulara hizmet etmesini sağlamak için bir kampanya yürütmüş, başarılı da olmuşlar!

Bugün Grand Central Terminal, ülkenin en büyük mimari başarılarından biri ve her gün binlerce insanın sevdiklerine ‘benimle saatte buluş!’ dedikleri bir buluşma noktası. (Buluşma Noktası: Main Concourse Information Booth Clock)

Gündelik yolcular için adeta bir tapınak gibi selamlanan bu katedral benzeri bina, New Yorklular için bir onur kaynağı.

Natalie ile bir de kahve hikayemiz var. Caddelerde deli gibi turlarken bir yorgunluk kahvesi isteyip de ‘Starbucks’a girelim mi?’ dediğimde neredeyse dayak yiyordum. Natalie bana hızlıca dönüp ‘Deli misin? Oraya sadece zenciler ve looserlar gider!’ demişti. Her ne kadar ayrımcılığına kızsam da, dönüp de içeri bakınca Nişantaşı ve Bağdat Caddesi’ndeki şubelerden farklı ve Natalie’nin de haklı olduğunu anlamıştım.

Alıştığımızdan farklı Starbucks Reserve dükkanları… Fotoğraf internetten…

Ama Starbucks Natalie’yi duymuş olacak ki bugün Starbucks Reserve şubeleri ile belki de New York’un en havalı kahve mekanı. Hatta artık sadece kahve değil, masaya servis edilen mönüler, alkol servisi ile kahveden çok daha fazlası.

Dip not: Amerika’da alkol almak için 21 yaşın üzerinde olmanız gerek.

Yine Sex & The City dizisinin pek çok sahnesinde yer almış Dean & Deluca lüks şarküteri zinciri de bu ziyaretimde tanıştığım lezzetlerden biriydi. İlk 1977 yılında Soho’da açılan ikonik amiral mağazası gurme ürünleri ile herkesin uğrak yeriydi ancak 275 milyon dolar borç ile ne yazık ki iflas etmiş. İki yıl önce yeniden açılmak için çaba harcadıklarına dair ilanlar çıkmıştı ama bildiğim kadarıyla gerçekleşmedi. Dünyada  pek çok yere yayılmıştı ve Bangkok havaalanındaki bir karakol hala adını taşıyormuş.

Çok iyi bir fotoğraf olmasa da elimde kalan tek ‘Flatiron ve ben’ fotoğrafı! 🙂

New York’un ilk gökdeleni Flatiron ile tanışmam da bu seyahatime rastlar. Asıl adı Fuller Building (Organizatorü George Fuller adını taşıyormuş) olan çelik çerçeveli gökdelen Flatiron Building, 1902’de tamamlanmış ve şehrin ayakta kalan en eski gökdelenlerinden biri. 5. Cadde’deki binanın önemi, yalnızca sıra dışı üçgen görünümünden değil, aynı zamanda Beaux-Arts Classicist hareketinin kilit yapılarından biri olmasından da geliyor. Mimarı New York doğumlu Daniel Burnham, doğduğu şehirden çok Chicago’daki çalışmaları ve planları ile tanınıyormuş.

Bu ticari ofis kulesi, Manhattan’ın Madison Square Park bölgesinde dar bir üçgen alanda yer alıyor. Ayrıca çelik iskelet kullanan ilk binalardan biri olarak ünlenen bina, bir Yunan sütunu gibi üç yatay bölümde inşa edilmiş ve o zamana göre hiç alışılmamış geniş asansörler kullanır. Flatiron adı, 20. yüzyılın başında kullanılan giysi ütülerine benzerliğinden geliyormuş. 22 katlı ve 87 metre uzunluğundaki yapısının  tepesindeki en dar noktasında, bina oldukça darlaşır ve  sadece 2 metre genişliğine iner. Flatiron Binası, o kadar popüler bir simge yapı ki  bulunduğu bölge Flatiron District olarak tanınır.

Dip Not: Bina, ilk açıldığında, tasarımcılar bayan tuvaleti eklemediği için kadın kiracılar oldukça zorlanmış ve sonunda yönetim eklemek durumunda kalmış.

Gelelim 5th Avenue yani 5. Caddeye! Yani buraya gelip de o mağazaları alt üst etmemek olur mu?

Big Apple’ın en ünlü caddesi, ‘Millionaire’s Row’ olarak da bilinen, Manhattan’ın tamamını kuzeyden güneye kadar geçen 5. Cadde. Paris’teki  Champs-Élysées ya da Tokyo’daki Ginza caddelerine benzetilse de bence onlardan daha şık ve kaliteli. (Ginza’yı görmedim aslında sadece Paris için söyleyebilirim)

5th Avenue, dünyanın en pahalı perakende satış alanları ile New York’un en iyi alışveriş caddesi 1961’de çekilen Audrey Hepburn’un oynadığı, defalarca seyrettiğim ve hiç bıkmadan yine seyredeceğim unutulmaz  ‘Breakfast at Tiffany’s’ filminde adı geçen ünlü mücevher mağazası Tiffany & Co. da bu bulvarda yer alır.

Buranın da tarihçesine biraz bakacak olursak, aslında başlangıçta böyle ünlü bir cadde değildi elbet. Vanderbilt, Astor ve Carnegie gibi soy adlı aileler 34. Caddenin kuzeyinde sıralanan pahalı özel konutlar yapmışlar ve kendilerine de mekan olarak 5. Caddeyi seçmişler.

Burada yapılmak istenen metro, tramvay gibi hatlara da engel olmuşlar. Aynı zamanda burada büyük oteller yapılması da planlanıyormuş ama aynı aileler karmaşa, alkol v.s. gibi sorunlar olur diye istemiyorlarmış. Yine de oteller galip gelmiş ve ‘Fifth Avenue Hotel’in büyük çağı doğmuş: 1904’te St. Regis, 1905’te Gotham ve 1907’de The Plaza Hotel açılmış.

20. yüzyılın başında 5. Caddenin etkinliklerine bir de tören geçitleri eklenmiş. Aslında zaten cadde bu amaçla kullanılıyormuş ama bu tarihlerden sonra gelenek haline gelmiş. En ünlülerinden biri, en az 1880’lerden beri kutlanan Paskalya Geçit Töreni.

Her Mart ayındaki bir başka klasik St. Patrick Günü Geçit Töreni, Haziran’da Porto Riko Günü Geçit Töreni, Eylül’de Alman-Amerikan Steuben Geçit Töreni, Ekim’de Kolomb Günü Geçit Töreni ve Kasım ayında Gaziler Günü Geçit Töreni de caddenin önemli kutlamalarından.

Saks Fifth Avenue 1924’te açılmış ve perakende satışın yanı sıra ofis alanı, restoranlar, televizyon stüdyoları, dünyanın en ünlü buz pateni pisti ve her tatil sezonunda dev bir Noel ağacı ile alışverişin çok ötesinde bir yer.

Bergdorf Goodman şu anki yerinde 1928’de açılmış, 1940’da 34. ve 5. Cadde’de bulunan Tiffany & Co, şimdi 57. Cadde’nin köşesindeki yerine taşınmış.

Fifth Avenue’deki en önemli alışveriş bölgesi Central Park’ın yakınında. Burada Armani veya Cartier gibi üst düzey markalar var. 

Caddenin en ünlü mağazası ise, tabi ki parkın çok yakınında bulunan Apple. kendi değerinin yanında bir de bu mağazanın tasarımıyla ünlü. Diğer yandan, turistler için  ücretsiz internet erişimine sahip dizüstü bilgisayarlar sunduğu için de ayrıca seviliyor. Mağazaların yanı sıra Fifth Avenue St. Patrick Katedrali, Empire State Binası ve New York Halk Kütüphanesi de bu caddede yer alıyor. Ayrıca gezginler Central Park çevresinde The Metropolitan, Frick Collection ve Museum of the City of New York gibi bir dizi ilginç müze bulabilirler.

İşte bütün bu dikkat çekici öğeler ile 5. Cadde dünyanın en büyük perakende satış noktası haline gelmiş ve öyle de kalacak gibi duruyor!

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.