Paris, aşıklar şehri ya da ışıklar şehri. Bugüne kadar pek çok tanımlama yapılmış, pek çok isim ile anılmış. Dünyada belki de eşi benzeri olmayan bu büyülü şehrin keyfini sürmek için Mayıs en ideal zaman. Bir şehrin tadına varmanın en güzel yanı, orada kaybolmaktan geçer. Sabah Tatil’de bu güzel şehirde nasıl kaybolacağımızı anlattım. Haydi buyrun yazıma…
Paris‘in bendeki anlamı çok başka. İlk seyahatimi Paris’e yaptığımdan belki, her zaman özlemle ve sevgiyle andığım, tarifi kelimelere sığmayan şehir… Ana hatları ile tadımlık bir Paris için işte birkaç ipucu…
Her zaman tercihim bir şehri yürüyerek keşfetmek, hatta sokak aralarında kaybolmak… Hele ki Paris’in hiç de büyük bir şehir olmadığını düşünürsek, hatta onun bir mahalle olduğunu söyleyenler bile var, o halde yürümek ve kaybolmaktan daha ideal ne olabilir ki?
Paris’te kaybolmak için, Champs-Elysees’de bir kahve ile başlayın, daha sonra Pont de l’Alma‘nın meşhur Marceau Caddesi boyunca Eyfel Kulesi‘ne doğru hafif bir yürüyüş yapın. Eğer uzun kuyrukları beklemeyi göze alırsanız, mutlaka Eyfel Kulesi’nin tepesinden Paris’in sonsuz görüntüsünü izleyin.
Dahi mühendis Gustave Eiffel’in 1889 Evrensel Sergisi için yarattığı 324 metre yüksekliğindeki kuleyi taşıyan 18 bin parça demir aksam 2,5 milyon perçinle tutturulmuş. Aslında demirin soğukluğunu taşısa da, dünyada en çok fotoğrafı çekilen ve en çok kullanılan ikon olmuş.
Trocadero’dan bir bakışla heybetini, aşağıdan bakarak zerafetini, yukarıya çıktığınızda ise tüm Paris’in ihtişamını izleyebilirsiniz. İkinci ve üçüncü katlarından farklı açılar sunan kulede, bir de mühendis Eiffel’in yaptığı özel dairesi var. Eyfel Kulesi’ne merdivenlerden veya asansörle çıkabilirsiniz. Tamamen yenilenmiş birinci katta dükkanlar var. 125 metre yükseklikteki ünlü Jules Verne restoranda gastronomik bir yemeğin tadını Paris’i tepeden izleyerek çıkarabilirsiniz. Üçüncü katta ise artık bulut seviyesindesiniz ve Paris’i 360 derecelik olağanüstü bir görüş ile izleme olanağınız var!
Her an değişik manzaralar sunan kule geceleri 20 bin ampulle aydınlandığında ise, demirin soğukluğunu size tamamen unutturan ışıl ışıl bir görüntüye sahip oluyor. Ardından, hemen aşağıda bulunan nehir teknelerinden birine atlayın ve Seine nehrinden sağlı sollu tarihi yapıları izleyerek, Notre-Dame Katedrali‘ne kadar gelin. Katedral ziyaretinizi bitirdiğinizde, öğle yemeği molası için vaktiniz olacak.
Hemen yanı başınızdaki minicik adacıklar Ile de la Cite ve Ile St-Louis hafif bir atıştırmalık için ideal. Louvre Müzesi ise sadece yarım saat uzaklıkta ve önemli sanat eserleri etrafında yapılan bir tur için sizi bekliyor. Tabii başlı başına sadece bu müzeyi gezmek bile üç gün gerekiyor ama önemli eserleri görerek birkaç saatte de ayrılabilirsiniz.
Ayrılırken, yavaş yavaş gün Pont des Arts, Pont Neuf köprüleri ile Institut de France üzerinden batmaya başlayacak. Nehrin üzerinden geçin ve sizi doğrudan Montmartre’a götürecek Odeon metro istasyonuna doğru ilerleyin. Kentin ve akşam saatlerinde aydınlatılan binaların manzarası ile sizi muhteşem Ressamlar Tepesi ve Sacre-Coeur Kilisesi karşılıyor olacak.
PARİS’İN KALBİ CHAMPS-ELYSEES
Seine Nehri’nin ikiye böldüğü şehrin sağ yakası ve sol yakası farklı güzellikler sunar. Her köşe başı ve mahalle kendi ekmek fırını, kafesi ve pazarıyla tanınır. Bohem mahalleler Saint-Germain, klasik Paris denilen Montmartre ve Pigalle, Canal Saint-Martin, Oberkampf, Belleville… Her yerde bistrolar, restoranlar, şık butikler, operalar… Şehrin kalbi, dünyanın en güzel caddesi ünvanlı Avenue des Champs-Elysees (Şanzelize).
Concorde Meydanı ile Etoile (Arc de Triomphe-Zafer Takı) arasındaki iki kilometrelik ve sanırım dünyanın en çok turist ağırlayan caddesi. Üzerindeki Louis Vuitton, Mont-Blanc, Guerlain, Ferrari gibi lüks mağazalar, lüks restoranlar, gece kulüpleri ile her saat cıvıl cıvıl. Champs Elysees’de aradığınız her şeyi nerdeyse her saat bulabilirsiniz. Filmler, elbiseler, iyi bir öğle yemeği, yarış arabaları, kitaplar, CD’ler, parfüm…
Aynı zamanda askeri ya da resmi tüm geçit törenleri de bu caddede gerçekleşiyor. Bastille Günü askeri geçit töreni, Tour de France ve Noel pazarları gibi önemli etkinlikler için her yıl yeniden düzenleniyor. Cadde, sadece mağaza ve kulüplere değil, üstelik Paris’teki en iyi müzelerden bazılarına da ev sahipliği yapıyor.
Grand Palais, Petit Palas, Palais de la Decouverte ve Espace Culturel Louis Vuitton buradaki ünlü müzeler. Paris’in muhteşem manzarasını görmek için ise, Zafer Takı’nın zirvesine kadar çıkarak dünyanın en hareketli caddesindeki ziyaretinizi tamamlayabilirsiniz!
AŞIKLAR ŞEHRİ
Herkes Paris’in aşıklar şehri olduğunu bilir. Montmartre, Medici Çeşmesi, Marais’deki konak evlerin hepsi bu romantizmin bir parçası. Place des Abbesses, Montmartre’ın tam da dibinde, Sacre-Coeur’deki muhteşem manzarayı seyretmeye çıkmadan önce tipik bir Paris kahvaltısı ile güne başlamak için iyi bir nokta.
Musee de la Vie Romantique‘in (Romantizm Müzesi) içinde olduğu Saint-Georges semtine gidinceye kadar, Rue des Martyrs’e doğru yol alırken, karşılaşacağınız ilginç butikler için kendinize vakit ayırın….
Buradan otobüs ya da metro ile Jardin du Luxembourg‘a (Luxemburg Bahçeleri) geçerek, Medici Çeşmesi‘nin altındaki yeşillliklerde piknik yaparak aşkınızı ilan edebilirsiniz.
Sonra, şehrin en eski yerlerinden biri olan Marais’de, özel konaklar, Picasso Müzesi, butikler, Place des Vosges’in huzur ve sessizliği, hepsi burada… Bu mahallenin büyüsüne kapıldığınızda ayrılmak istemeyeceksiniz.
BOHEM HAYAT
Paris’in bütün sanatçılarını görmek mi istiyorsunuz? O halde Montparnasse’da bir kahve ile güne başlayın. Paris’in ve sanatçılarının atmosferini anlatan küçük bir müze olan Bourdelle Müzesi’ne bir gezi ile devam edin.
Lüksemburg bahçelerinden ve Saint-Sulpice’den aşağı inerken, Paris’in entelektüel ve sanatsal yüzü olan Saint-Germain-des-Pres mahallesine ulaşırsınız. Cafe de Flore ve Les Deux Magots gibi kafelerden birinde en sevdiğiniz yazarlardan biri karşınıza çıkarsa şaşırmayın. Bohem Paris, Odeon metro istasyonundan Montmartre’a kadar devam eder. Picasso ve Utrillo’nun atölyelerinin izleri, kabareler, şarap, şarkılar ile ressamların doğum yeri Tertre’de gün tamamlanır ve gece şehre düşer.
Baharın artık kendini gösterdiği bu günlerde, şehrin şiirselliğinin yanına çiçeklerin renk ve kokuları da eklenince romantizmin, modanın, gastronominin, sanatın başkentini anlatmaya değil kelimeler sayfalar yetmez.
Ben en çok nehir turunu ve Montmartre Tepesini sevmiştim… Paris’e bir kez gittim ama yine gitmek isterim.
Hep beraber gidelim 🙂