Kapadokya deyince aklımıza gelen Peri Bacaları, balon turu ve kendinizi uzayda başka bir gezegende hissettiğiniz yeryüzü şekilleri gelir. Bu şekillerin 60 milyon yıl önce püsküren lavlarla oluştuğunu düşünürsek, ne kadar olağan üstü bir yerde olduğumuzu bir kere daha anlarız. İlk tarihlerden bu yana insanlar, bu lavları oyarak, içlerine evler, kiliseler yaparak, kendilerine yaşam alanı yaratmışlar.
Pers dilinde Katpatuka yani ‘Güzel Atlar Diyarı‘anlamına gelen Kapadokya turizm açısından dünyanın dikkatini çeken bir bölge. Yeryüzü şekillerinin ilginçliğinin yanı sıra, son Kapadokya ziyaretimde bir de şunu anladım ki, bu eşsiz coğrafya aslında sadece doğasıyla değil insanıyla da özel bir yer. Bence Kapadokya’nın yeni adı: Güzel İnsanlar Diyarı!
Neden ‘güzel insanlar’ derseniz size hikayesini anlatmak isterim… Her şey instagram çekilişi ile başladı. İnstagram sayfamda bir çekiliş yapıp, bir takipçime otel konaklaması ödülü vermek istiyordum. Ortahisar’daki Mahzen Cave Otel ile iletişime geçtik. Çekilişimiz için onlar da bizim kadar heyecanlandılar ve bizi otellerine davet ettiler.
Hal böyle olunca, biz de hep beraber önden gidelim; hem oteli görelim, hem de çekmeye başlayacağımız belgeselimiz için ön araştırmamızı yapalım istedik.
Böylece İstanbul’dan Kayseri’ye uçuş alarak yoculuğumuzu başlattık. Nevşehir’den Kapadokya daha yakın olmasına rağmen, uçak bileti fiyatı daha uygun olduğu için bu seçimi yaptık.
Kayseri’ye indiğimizde, ne yalan söyleyeyim gördüğümüz şehir beni şaşırttı. Son derece temiz, ağaçlı geniş yollarla gayet planlı ve cıvıl cıvıl…
Ortahisar’a, Mahzen Cave Otel’e geçmeden önce şehirde ufak bir tur atmak istedik. Kiraladığımız araba ile şehir merkezini dolaştıktan sonra, Erciyes’e doğru yol aldık. Kayak mevsimini geçmiştik, bu yüzden pek sessiz sakindi ama yine de eşsiz manzaralarıyla beni büyüledi.
Kapadokya’da gezecek çok yer, belgesel için görüşeceğimiz çok insan olduğu için bu kısa turun ardında hemen yola çıktık. İlk durağımız Millocal Restaurant. Gerçekten sonsuz gibi görünen bir peri bacaları manzarasını seyrederken yudumlayacağınız kahve gibisi yok…Restoranın işletmecisiile sohbetimize başlar başlamaz bilinmeyen Kapadokya konusunda doğru yolda olduğumuzu anladık. Bugüne kadar gördük ve duyduklarımız dışında başka hikayelerin olması bizi heyecanlandırmıştı.Peri bacaları eşliğinde bir ritüel gibi gerçekleşen kahve sunumuyla sohbete devam ettik. Boşa dememişler kahve bahane sohbet şahane diye…
Millocal restoranın işletmecisindenharika bilgiler alarak ayrıldık. Burayı gerçekten çok zengin ve lezzetli mönüsü ile bu rotada mutlaka görülmesi gereken yerler listesine ekleyin…
Mahzen Cave Otel’e geldiğimizde bizi oldukça güleryüz ile karşıladılar. Henüz açılalı dört ay olmuş ama sanki yılların tecrübesi var. Otelin sahiplerinden Emin bey, aslında dört nesildir fırıncılık yapıyor Nevşehir’de…Baba yadigari işini sürdürken hayatına yeni bir misyon eklemeye karar vermiş ve genç yaşına rağmen oldukça girişimci İbrahim bey ile ortaklık yaparak bu oteli açmışlar.
İbrahim bey, bir ayağı Ukrayna’da, diğer ayağı Antalya’da bir turizmci. Kapadokya’da tanımadığı kimse yok. Kendisi ile belgesel projemizi paylaşınca üç gün boyunca bizi yalnız bırakmayıp, bizi hem Kapadokya’nın gizli kalmış güzellikleri ile hem de hikayeleri olan güzel insanları ile tanıştırdı. Gezdikçe ve tanıdıkça anladık ki, buralara öyle sadece peri bacası ya da balonla ünlü demek büyük haksızlık olur…
İbrahim bey, Emin bey ile beraber Kapadokya’da Mahzen Cave Otel’i açalı dört ay olmasına rağmen, hemen aşağısındaki Mahzen Queen’s Otel’i de bünyelerine katmışlar. Mahzen Cave Otel, Ortahisar Kalesi’nin tam karşısında muhteşem manzaralı bir teras sunarken, Mahzen Queen’s Otel harika bir bahçe sunuyor.
Her ikisinde de orjinal mağaralardan oluşturulmuş odalar var ve her bir odada bir süpriz size bekliyor. Bir odada doğal olarak tavanda bir delikten gelen güneş ışığı karşılıyor sizi, diğer odada bir jakuzi… Balayı odalarında misafirleri yatakta güller ile karşılıyorlar. Dekorda kullanılan her bir obje özenle seçilmiş. Halıların hepsi hemen hemen 90-100 yıllık ya da bir odadaki sehpa 400 yıllık bir ağaçtan yapılmış.
Üç katlı Mahzen Cave Otel, bence Kapadokya’nın en huzurlu yeri olan Ortahisar’da, sessizliğin içinde kulağınıza melodi gibi gelen kuş sesleri içinde her biri diğerinden farklı ve güzel 13 lüks ve özgün tasarımlı odasıyla bence çok kısa sürede adından söz ettirmeyi başaracak.
Mahzen Queen’s Otel ise, aynı huzuru paylaşanlardan… Modern imkanlarla donatılmış otantik odalar, dört büyük teras, yemyeşil bir bahçe ve organik yumartalar, yöresel reçeller ve otelin bahçesinden toplanmış meyvelerle sunulan zengin bir kahvaltı ile güne enerjik ve mutlu başlamanızı sağlıyor.
İbrahim bey’in eşliği ile otelden ayrılıp, Lale Saray Hotel’e geldik. Özellikle sabahları, balonları nereden izleyelim derseniz size kesinlikle burayı öneririm. Büyük terasından muhteşem bir Kapadokya manzarası ile beraber gün doğumu da eşsiz…
Ersoy Tan Bey, bize Kapadokya’nın biraz tarihçesinden bahsetti. Buranın Fransızlar tarafından nasıl keşfedildiğini ve bu yüzden pek çok işletmenin hala Fransızca isimler kullandığını anlattı. Aynı zamanda 1960’larda ilk mağara otelin, o dönemin belediye başkanı Osman Çavuş (Osman Güven) tarafından nasıl yapıldığını ve böylece Kapadokya’nın nasıl turizme açıldığını kendisinden dinledik.
Artık yavaş yavaş akşam çökmeye ve karınlarımız acıkmaya başlamıştı. İbrahim bey bizi oldukça renkli bir kişilik olan, Moon Light Horse Farm yani Moon Light at çiftliğinin sahibi Rahmi Bey ile tanıştırdı. Adeta Teksas’tan gelme bir kovboydu karşımızdaki. Ancak sözü, sohbeti o kadar doğal, o kadar içten ki yurdum insanı olduğunu hemen anlayıveriyorsun. Bir o kadar da espirili ve renkli bir kişilik… Giderseniz mutlaka tanışın derim… 🙂
Hep beraber akşam yemeğimizi yiyeceğimiz Smile Steak House’a geçtik. Kapadokya bu seferki gelişimde beni şaşırtmaya devam ediyor. Hiç böyle bir mekan, böyle bir atmosfer beklemezdim.
Gayet modern bir restoran ve etler inanılmaz lezzetli, sunumlar harika… Rahmi beyin espirili sohbetleri ile beraber oldukça keyifli bir akşam oldu bizim için…
Ama gecemiz orada bitmedi tabi. Yemeğin ardında gece ışıkları ile Kapadokya’yı izlemek için Aşıklar Tepesi’ne geçtik. Bir-iki fotoğraf çektiysem de mavi saatleri kaçırdığım için gökyüzü çok siyah çıktı ve sonuçlardan pek memnum kalmadım. Günün de yorgunluğu ile otelimiz Mahzen Cave Otel’e dönüp, çekiliş için biraz çalıştım.
Ertesi sabah gün doğmadan uyandık. Çünkü balonların kalkışının fotoğraf ve videolarını çekmek istiyorduk. Rahmi beyin atlarının da sabah orada olacağını öğrendik. Hem atlar, hem balonlar, hem de peri bacaları… Daha muhteşem ne olabilir ki?
Gün, balonlarla birlikte yükseldi. Çok kalabalık olduğu için istediğim sonuçları yine alamadım ama hepsi belgeselimiz için bir bilgi olduğundan gelecek projeler adına benim için çok değerli.
Fotoğraf çekimimizi bitirdikten sonra yeniden otelimize dönüp harika bir kahvaltı ettik. Daha sonra İbrahim bey bize hemen yanıbaşındaki komşusu Hezen Cave Otel’i gezdirdi. Gerçekten son derece zevkli döşenmiş, yine Ortahisar kalesi manzaralı terasları olan çok keyifli bir butik otel. Sahibi Murat Gülergöz‘ün ilginç hikayeleri olduğunu öğrendik ve kendisi ile tanışmak üzere Ürgüp çarşısına gittik.
Murat Bey de Fransız ekolünden, hatta eşi Fransız. Kendisiyle tanışmak için çarşıdaki Le Bazaar D’orient isimli antika ve halı dükkanına gittik. Meğer bizi ne süprizler bekliyormuş.
Murat bey bizi elinde sazı ile karşıladı, başladı bize türküler söylemeye… Şaşkınlığımız daha üzerimizdeyken babası ‘Eşekli Kütüphaneci’nin hikayesini anlatmaya başladı. Gözlerim dolarak dinledim, böylesine okuma aşığı, böylesine idealist birinin hikayesini… Eşekli Kütüphanecinin detaylı hikayesi için yazımı okuyabilirsiniz, ki bence okumalısınız… 🙂
Murat beyin anıları da en az babası kadar değerli. Çocukluk yıllarında ayakkabı ustasının yanında çalışmış. O yıllardan bize sakladığı, ustasıyla beraber yaptığı ayakkabıyı gösterdi. O dönemlerde ayakkabının altını taktığınızda dışarda giyilen ayakkabı, altını çıkardığınız da ise ev terliği oluyormuş… Ne işçilikler ve ne hatıralar?…
Alt katta halı ve kilim satışı ile halı tamirleri yapılıyor. Üst kat ise adeta bir müze. Aynı zamanda antikacı da olan Murat bey, 1980’li yıllarda yaklaşık on yıl kadar Champs-Elysee’de halıcı dükkanı işletmiş.
Eşi, gezmek için neredeyse 45 yıl önce Kapadokya’ya geldğinde tanışmışlar ve o gün bugündür ‘hayatımın en büyük şansı’ olarak anılıyor Murat bey tarafından. Türkçeyi çok iyi öğrenip, Türk adetlerini benimsemiş eşi… Bu sefer olmasa da bir sonraki seferde kendisiyle tanışmayı çok istiyoruz.
Murat beyin yanından gözlerim dolu dolu ayrılıyorum babasının son sözleri ile: ’okuyun, okuyun, okuyun’…
Ürgüp çarşıda bu sefer meşhur süt ile kavrulmuş kabak çekirdeğini almak için Naturel Kuruyemiş’e giriyoruz. Çekirdek almak için girdik ama her şey o kadar güzel ve doğal ki! Bize her şeyden ikram ettiler. Altın çilek, portakal ve limon kuruları, meyve şekerlemeleri… Hangisini alacağımızı şaşırdık?
İbrahim bey ile orada ayrılarak biz Avanos’a geçtik. Avanos, çanak çömlek işçiliği ile ünlü ama bir yandan da Kızılırmak enfes yansımalar sunuyordu fotoğraf için… Meşhur asma köprüsünden yürüdük, daha doğrusu yürümeye çalıştık her adımda dalgalanan köprüde…
Ardından Avanos Çarşısı’na geçip çömlekçilere gittik. Artık o kadar ustalaşmışlar ki buraların toprağını işlemeyle ilgili hikayelere… Bir yandan videomuzu çekip, bir yandan da biz de denedik çömlek yapmayı. Kutsi’nin ilk deneyişi de olsa epey başarılı olduğunu söylemem lazım. Tabi biraz profesyonel destekle…
Yine karınlar acıkmaya başlayınca Avanos’ta Vadi Cafe Restoran’a geçip, bu sefer buradaki peri bacalarına karşı meşhur Kayseri mantısı ve saç kavurma yedik.
Otele döndüğümüzde bizi Mahzen Queen’s Otel’in bahçesinde Turizm Müdürü Mustafa Ateş ve Gülşehir Kaymakamı Çağlar Tekin beyler bekliyordu. Onlardan da bugüne kadar hiç duymadığım bir Kapadokya hikayesi daha öğrendim. Meğer hemen otelin yanıbaşında Gürcistan için manevi değeri çok yüksek, hatta onların Kabe’si sayılan gizli bir kilise varmış: Azize Nino Kilisesi!
Aslında kilise bile demek zor, eski ve yıkık bir ev. Ama orada Gürcistan’da Hristiyanlığı ilk yayan Azize Nino doğmuş ve yaşamış. Gürcistan Kültür Bakanı’nın burayı ziyareti ile adı hem buralarada, hem de Gürcistan’da duyulmuş ve bugün Gürcü halkı akın akın bu gizli kalmış kiliseyi ziyarete geliyorlar. Azize Nino’nun hikayesi için bu yazımı tıklamayı unutmayın.
Hemen kiliseye yürüyoruz. Yanıbaşımızda bilmedğimiz ne değerler varmış meğer. Şimdi bakıma alınacak olan bu ev ile Ortahisar’ın yakında çok daha fazla turiste hizmet vereceğini anlamış oluyoruz.
Otele dönüp, bu sefer Hezen Cave Otel’in terasına geçiyorum. Biraz mavi saatlerde fotoğraf çekmek istiğim için, Ortahisar kalesinin tam karşısından bir kaç poz alıyoruz Kutsi ile beraber… Tripodları toplayıp tam otelden ayrılmak üzereyken, Le Bazaar D’orient’in ve Hezen otelin sahibi Murat beyi görüyoruz içeride… Hemen bize sofrasına davet edip anılara devam ediyor.
Eşiyle tanışmasını, babasının ne kadar ileri görüşlü biri oluşunu, Paris’te mağaza açışını tek tek anlatıyor bize… Bu sohbetler bir akşama sığmaz elbet, öyle güzel hikayeler var ki dinleyecek, hele de böyle tatlı bir dil ile anlatılıyorsa… Murat bey ile bir sonraki gelişimizde eşiyle tanışmak üzere sözleşip oradan ayrılıyoruz.
Ertesi sabah yine gün doğumuyla uyandım. Hava henüz aydınlanmaya başlamıştı ve ben otelin terasından biraz Ortahisar Kalesi fotoğrafları çektim. Bu sabah ki hedefimiz Lale Saray Oteli’nin terasından bütün peri bacaları manzarası ile gökteki balonları çekmekti.
Sabah neredeyse beş civarı otelin terasına kurulduk. Tripodlar açıldı, makineler ayarlandı. Ama bekle bekle ortada ne balon var, ne de balonlardan bir haber… Bir kaç gün doğumu fotoğrafı çektiysem de saat ona kadar, uykusuz bir halde orada beklemek tam bir hayal kırıklığı oldu. Meğer o gün balonların uçuşları iptal olmuş. Böylece bir kere daha hiç bir işi ertelememeyi öğrendim. Yarın yaparım dediğiniz şeyler için yarın aynı şartları bulamayabilirsiniz. Bu durumda iyi ki bir önce çekmişiz dedik ve bu durumda bize de Lale saray Otel’de kahvaltı yapmak kaldı…
Kahvaltının ardından Göreme Açık Hava Müzesi listemizdeydi. Daha önce defalarca görmeme rağmen hala o kiliseler beni heyecanlandırıyor. Tabi kilise duvarlarındaki resimlerde, İsa ve diğerlerinin yüzlerinin kazınmış olması sanata ve tarihe yapılmış en büyük ayıp!
Göreme Açık Hava Müzesi gezisinin ardından bizi Uçhisar Belediye Başkanı Ali Karaaslan ve Uçhisar’da gerçekleşen bir kadın başarı hikayesi bekliyor. Bu yüzden kahvaltının ardından hemen Uçhisar’a yola çıktık. Yola çıktık dediğime bakmayın zira mesafeler on-onbeş dakika…
Belediye başkanı, ekibi ve Kapadokya Sanat ve Kültür Merkezi’nin kurucusu Erhan bey bizi belediye binasında karşıladı. Sohbet ve biraz fotoğraf çekiminin ardından bizi Uçhisar Kadıneli Vakfı’na götürdü. Uçhisar’da gerçekten heyecan verici bir proje hayata geçmiş.
Bu proje ile bugüne kadar hiç çalışmamış kadınlar meslek sahibi olmuşlar. Maaş alıyorlar ve sigortaları var. Peki nedir bu proje? Eski bir bina öncelikli olarak Doğuş Grubu tarafından restore edilmiş. İçeride unutulmuş lezzetleri hayata geçirmek, el sanatları yapmak için pek çok alan yaratılmış.
Şimdi bu alanlarda kadınlar yufka açıyor, mantı dolduruyor, domates kurutuyor ya da yastıklar, çantalar yapıyorlar. Tüm bu emekler ise Kadıneli Restoran’da ve dükkanında hayat buluyor. İster restoranda yeyin, isterseniz dükkandan alıp kendiniz pişirin. Unutulmaya yüz tutmuş lezzetler yeniden hatırlanarak, hem kasabaya hem de kadınlara büyük bir değer katmış.
Buradaki sohbetimizi ve çekimlerimizi de tamamladıktan sonra Ali bey ve Erhan Bey eşliğinde Kapadokya Sanat ve Kültür Merkezi sonraki durağımız. Gerçekten bu seferki gezim beni oldukça şaşırtıyor, Kapadokya’da böylesine değerli eserlerle ve sergilerle dolu, bu kadar idealist bir sanat merkezi beni çok etkiledi.
Kurucusu Erhan bey oldukça idealist bir kişi ve burayı herkesi bilinçlendirmek ve sanatı sevdirmek adına ücretsiz yapmış. İçeride içtiğiniz çay- kahveye kadar her şey ücretsiz.
Oldukça değerli sanatçıların sergilerinin yanı sıra, değerli bir kütüphanesi de var sanat merkezinin. Doğal bir ortamda, kayaların içinde sergilenen eski kitaplar harika. Orada günlerce kalıp hepsini tek tek okumak istiyorsunuz…
Öğle yemeğimizi sanat merkezindeki bir duvarın içini oyarak yaptıkları terasta yedik. Yöresel lezzetlerin her biri inanılmaz lezzetliydi. Pideler, salatalar çok güzeldi ama beni kalbimden vuran tatlılardı.
Pestil, yumurta ve cevizle yapılan tatlı bana göre ilginçti. Başta bu üç tadı bir arada yakıştıramasam da sonuç müthiş! Pekmezle yapılan helvanın lezzetini ise tarif edemeyeceğim…
Sanat merkezinden çıkıp, hemen arka tarafında yine gizli kalmış bir mekana geçtik. Türk Evi, aslında burada yıllar boyu yaşamış bir karı-kocanın. Burada yıllar yılı yaşadıktan sonra, evin devlet tekeline geçmesiyle kendi evlerinde kiracı olmuşlar.
Hem çay-kahve servisi, hem de otantik yemekler sunan bu sevimli insanlar, mütevazı görünümlerine rağmen aslında oldukça ünlüler. Seneler boyunca pek çok yabancı televizyon kanalı gelip kendileri ile röportajlar yapmışlar, yerli-yabancı çeşitli dergilerde haklarında yazılar çıkmış. Ama onlar kendi dünyalarında işlerini yapıp hayatlarına devam ediyorlar.
Türk Evi’nde ayrılıyoruz ve gezimizin en eğlenceli kısmına geliyoruz. Ata bineceğiz! Rahmi bey bizi çiftliğinde karşılıyor ve her birimiz bir ata biniyoruz. Daha önce ata binmiştim ama peri bacalarının arasında o manzaraları seyrederek yaptığımız bu yolculuk başka bir deneyim oldu benim için. Hem çok eğlenceli, hem de sanki Mars’ta bir yolculuk yapıyorum… Sonraki iki gün bacaklarınız ağrısa da, Kapadokya’ya geldiğinizde mutlaka yapılacak şeyler listenize alın.
Ata binme tecrübemizin ardından koşa koşa Zelve Açık Hava Müzesi’ne gittik. Saat altıya yaklaşıyordu ve kapanmak üzereydi. Ama zamanlama harika oldu, çünkü gün batımının turuncu ışıklarının per bacalarına vurmasıyla ortaya harika görüntüler çıktı. Göreme’ye göre Zelve Açık Hava Müzesi daha az duyulmuş ama biraz haksızlığa uğradığını düşünüyorum. Çünkü burada doğa muhteşem!
Zelve Açık Hava Müzesi’nin ardından yolumuzun üzerinde olan Paşa Bağları’nda da kısa bir mola verdik. Bir başka doğa harikası… Peri bacaları burada daha yumuşak kıvrımlarla kendini göstermiş.
Tüm bu aktiviteler bizi oldukça acıktırdı tabi. Daha önce Avanos’ta pastırma aldığımız yerin bize tavsiyesi ile Bolu Et Mangal’a gittik. Kocaman bir restoran ve her şeyin ne kadar lezzetli ve ne kadar makul fiyata olduğunu anlatamam. Soğan ve sarımsak sote, kaşarlı mantar, tandır, ciğer yediklerimizin bazılarıydı ve inanın doymamak için dua ettim.
Yemek çok güzel olsa da aklım çekilişteydi ve bu yüzden heyecan içinde otele döndüm. Bu akşam çekilişimizi yapıp, takipçilerimden birine Mahzen Cave Otel’de iki gece ve iki kişi konaklama hediye edecektim.
Her şeyi ayarladım ve canlı yayında çekilişe başladım. Tatatataaaa….. Antalya’dan diyetisyen Şule Taş çekilişi kazanan şanslı takipçim oldu. Yayınlar yayınlamaz benimle irtibata geçti, zira telefonunun başında çekilişi bekliyormuş. Çok sevindim! İyi günlerde, keyifle gelip gezmesi dileğiyle…
İbrahim bey ve Emir bey de talihlinin ismini aldılar ve her zamanki gibi çok ilgiliydiler. Artık son gecemizde bütün görevleri tamamlamış olmanın huzuru ve belgeselimiz için pek çok bilgi almış olmanın verdiği mutlulukla, Mahzen Cave Otel’deki iki katlı muhteşem suit odamıza döndük.
Bir seyahat daha keyifle ve mutlulukla geçiyor. Butik otelleri, Gürcistan’ın önemli ziyaret merkezi Azize Nino kilisesi, Teksas kovboylarını aratmayan sahipleri ile at çiftlikleri, Kapadokya Sanat ve Kültür Merkezi, Kadıneli Restoranı ile meslek kazanan kadınları, eşekli kütüphanecisi ile bu sefer bambaşka bir Kapadokya görüyoruz. Ne kadar çok şey görüp, ne değerli hikayeler öğrendiğimizi yazarken bir kere daha anlıyorum, hatta yazmalara sığdıramıyorum…
Güzler yüzle bizi üç gün boyunca hiç yalnız bırakmayan ve ilgilerini eksik etmeyen tüm Kapadokya’nın güzel insanlarına, özellikle bizi hem otellerinde ağırlayan, hem de değerli rehberlikleri ile harika insanlarla tanıştırıp, harika yerler gezdiren İbrahim ve Emir beylere sonsuz teşekkürlerimizle…
Ödüllü Web Etkinliği Başladı. Siz de Katılabilirsiniz