Napoli, görülecek yerler listemde olmasa da iş hayatımdaki tesadüfler beni oraya götürdü. Aylardır bir müşteriden randevu almak için uğraşıyordum . Nihayet ‘tamam’ dediler. Hemen topladım koleksiyon valizimi, yanında da her zamanki gibi benim mor valizimle beraber yine beş bavul, elli kilo çıktım yola. Çarşamba günü çıksam direk Napoli’ye uçabiliyordum ama bir gün önce gitmem gerekiyordu. Bu yüzden ben de Roma’dan aldım bileti. Oradan araba kiralayıp Napoli’ye geçip, ertesi sabah da yine Napoli’den kırk dakika uzaktaki bir kasabaya gidip müşterimle görüşecektim.
Öğle saatlerinde Roma’ya indim. Avis’le boğuşup arabayı almak, üç saate yakın bir süre aldı. Napoli’ye vardığımda ise akşam dokuz civarıydı. Beş saatten fazla araba kullanmıştım. Hemen oteldeki çocuktan da yardım isteyerek bavullarımı indirdim, müşterimin koleksiyon bavulu hariç. Sabah yine yola çıkacağım için otuz beş kiloyu boşuna taşımak istememiştim. Eşyalarımı odaya koyup, yakındaki bir yerde mozzeralla salatası yiyip, otele geri döndüm.
Sabah erkenden kalkıp, otelin kahvaltı salonuna indim. Otelim Villa Margaritha’yı buluşum aslında çok ilginç oldu. Cinque Terre’ye giderken yanlışlıkla bu otele rezervasyon yaptırmıştım, sonrasında Napoli’de yani Cinque Terre’den 500 km uzakta olduğunu anlayıp iptal etmiştim. Ama hayatta hiç bir bilgi boşuna değil, meğer daha sonrasında ihtiyacım olacakmış. Müşterim Napoli’de olunca burası aklıma geldi. Gerçekten de çok keyifli bir yerde, çok keyifli bir oteldi. Kocaman terası, karşıdaki Kapri adasına ve Napoli’ye tepeden bakıyordu. Kahvaltı salonu da sade ama şık döşenmişti. Kahvaltı tipik Avrupa kahvaltısı. Yani reçel ve kruvasan. Yanında da zar inceliğinde bir peynir. Zayıf bir kahvaltı olsa da mekanın güzel atmosferi ve yine önündeki kocaman teras keyif verdi bana.
Mutlu mesut kahvaltımı ettikten sonra, randevuma gitmek için yola çıktım. Otelin kapısından çıktım ki arabam YOK!
Otelin kapısının tam karşısına bırakmıştım, aramızda en fazla üç metre vardı. İlk aklıma gelen arabamın çekildiği oldu. Heralde kaldırım üstüne yanlış yere park ettim ve polis çekti diye düşündüm. Otelin sahibi birden çok telaşlandı, sağa sola telefon etmeye başladı. İtalyanca birşeyler anlattı durdu telefonda. Bana bir taksi çağırdı ve karakola gönderdi. Ben hala gayet saf bir şekilde arabamın çekildiğini, polisin bana arabamın nerede olduğunu söyleceğini ve müşteriye yola çıkacağımı düşünüyordum. Polislerin yarım yamalak İngilizcesiyle anlaşamadık bir türlü. Bana araban yok deyip durdular. Arabamın çalındığını anlamam epey vakit aldı. İnanamadım!! Nasıl olur!?.. Hemen Roma’daki konsolosluğumuzu aradım. Eminim ben yanlış anlıyorum, şimdi gidip arabamı çekildiği yerden alacağız diye düşünmeye devam ediyordum. Ama konsolosla polisi görüştürdükten sonra emin oldum ne yazık ki. Konsolos bana “Burası Napoli hanımefendi!” dedi. ”Burada ruhunuzu bile çalarlar!”…
Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bir yandan müşteriye, bir yandan şirkete haber vermeye çalışıyordum durumu. İnanamıyordum hala, yok diyordum o bavul çıkacak bir yerden. Bana orada bir rapor yazdırdılar. Onu Avis’e götürdüm. Kabul etmediler. Bana ne yazılması gerekiyorsa bir örneğini vermelerini istedim. Kadın bir kağıdın arkasına İtalyanca bişeyler karaladı ve bunu polise vermemi söyledi. Tekrar karakola döndüm. Bu kağıtla beraber yeni rapor yazdık. Yine Avis’e döndüm. Avis’le karakol arasına tam üç kere gidip geldim. Bütün bu olaylar, git geller sonucu saat neredeyse akşamüstü üçe yaklaşmıştı. Elimde koleksiyon olmasa da müşterimle en azından gidip tanışayım diye yeni bir araba istedim, ellerinde olmadığını söylediler.
Müşterimi aradım, Paskalya tatiline girecekleri için en geç beşte ofisten çıkacağını ve yazlık evine gideceğini söyledi. Her şey nasıl da aksi gidiyordu. Başka arabaları olmadığını ve yenisini istiyorsam, tekrar bir günlük daha ödeme yapmam gerektiğini ve üstelik arabayı buraya getirmelerinin de en az bir saat daha alacağını söyledi. Müşterime son bir ümit tekrar telefon ettim, belki bekler ya da o buraya gelir diye ama anladım ki kısmette bu müşteriye çalışmak yokmuş.
Artık hesabın geri kalanını ödeyip bir ana önce oradan ayrılmak istiyordum. Çıkarılan hesap ise tüm bunların üstüne bomba oldu. Yok arabadaki navigasyon cihazının kablosuna 50 eur, yok sigorta v.s derken, bombayı boş benzin depo parası yaptı. Çalınan arabanın benzin deposu boş diye 170 eur para istemeye kalktılar. Yoğun pazarlıklarla ortada bir fiyata anlaştım. Vardır bir hayrı diyerek kendimi avutmaya çalıştım ama saat zaten dört yaklaşıyordu. Hem gün, hem de ben bitmiştim. Moralim bozuk, karnım aç. Arabayı çalan kişiyi düşündüm. O anda ne kadar mutludur diye. İçi son moda modellerle dolu otuz beş kiloluk bir koleksiyon bavulu, marketten aldığım koca bir parmesan, üç şişe kırmızı şarap ve makarnalarla sanırım güzel bir sofra eşliğinde yaptığı kutlama geldi gözümün önüne…
Çaresizlikle otele döndüm. O anda oteldeki broşürler dikkatimi çekti. Hırsızlığa karşı tedbirler! Tüm İtalya’da hırsızlığın çok olduğunu bilirim ama Napoli bir başkaymış. O kadar yer gezdim, hırsızlık için broşür verildiğini hiç görmemiştim. Bu da bir tecrübe oldu sonunda. Yolda yürüken insanlar çevirdi boynumda asılı duran fotoğraf makinası için. Taksi, verdiği para üstünü cebime koyduğumda, daha da derine koymam gerekli diye uyardı. Öğrendim ki Napoli, yolda yürümek için bile güvenli bir yer değil.
Adeta bir dağa yerleşmiş olan bu şehrin tepelerine doğru, Florida Bahçesi‘ne çıktım bari biraz dolaşıp fotoğraf çekiyim diye. Ama geç kalmışım, bahçe saat altıda kapanıyormuş. Anlaşılan çok verimli bir gün değil dedim kendime. En iyisi otele dönmek. Tam o sırada yanımdan geçen bir bayana otele yakın olup olmadığımı, yürüyerek gidip gidemeyeciğimi sordum. Kadıncağız “Otele çok yakınsınız, ama saat yediyi geçti. Bu saatte ara sokaklardan yürümek doğru değil, bence taksiyle gidin. Benim ülkem bunu söylemeye üzülüyorum ama burası Napoli!”dedi. Napoli seni nasıl unutabilirim!
Ertesi gün cumartesi ve ben bu günü kendime ayırmıştım. Şehri ve mağazaları gezmek istiyordum. Otele nerelere gidebilirim diye sorduğumda bana neden Pompei’ye ya da Kapri adasına gitmediğimi sordu. Nasıl gideceğimi öğrenip, bir güne ikisini birden programladım.
Önce taksiyle tren istasyonuna, oradan trenla Pompei’ye, dönüşte de 14.20 feribotu ile Kapri’ye geçmeye karar verdim. İstasyona giderken taksici Pompei’ye götürüp, orada bekleyip, geri getirebileceğini söyledi. İstasyon Avis’in tam karşısındaydı. Bir gün önce yaşadıklarımı düşününce, bunun daha güvenli olduğunu düşünüp kabul ettim. Şoförüm Ciro, önce Pompei’ye götürüp orada iki saat bekledi. Dönüşte kısa ve oldukça hızlı bir Napoli turu yaptırdı. Eski Napoli kesinlikle görülmeye ve fotoğraflanmaya değer ama arabadan inme şansım yoktu. Feribotla Kapri’ye gidip, akşam geç saatlerde geri geldim.
Pazar günü ise, dönüşüm Napoli’den olduğu için öğlene kadar vaktim vardı. Erken kalkıp, hızlı bir kahvaltı sonrasında, Napoli’nin dar ve güzel sokaklarında, güzel binaları seyrederek yokuş aşağı yürüdüm. Otelin olduğu bölge Napoli’nin en güzel bölgesi. Meydana inerken daha önceden gözüme kestirdiğim dondurmacıya uğradım. Sanırım bunlar dünyanın en güzel İtalyan dondurması! Diğer yandan paskalya zamanı olduğu için her yerde renkli şekerler ve enfes görünümlü kekler vardı.
Bir eskici dükkanına rastladım. Derken şato gibi bir binanın bahçesinde kurulan pazara girdim. İkinci el eşyaların satıldığı bu yerde ne alınır ki derken, kendimi Afrika desenli fincanları alırken buldum. Sahile indiğimde daha güzel bir süpriz beni bekliyordu. Sahilde bir pazar kurulmuştu. Çeşit çeşit peynirler, şaraplar, sebzeler… Bir yandan da oyun alanları. Paten kayan, bisiklete binen insanlar… Anladım ki bir pazar sabahları keyifli Napoli’de..
Kısa bir turdan sonra Napoli’ye veda ederek havalanına döndüm. Hiç bir zaman asla dememek lazım, kimbilir belki yolum yine düşer bu unutulmaz şehre… 🙂
epey maceralı bir Napoli gezisi olmuş sizin için.
Maalesef oyleydi..Ancak daha sonrasinda yasananlar o gun o musteriye gidemememin benim icin ne kadar hayirli oldugunu gosterdi..Yani her serde bir hayir vardir.. 🙂