Endülüs seyahatimin sonuna doğru, gözlerim sanki başka bir şeyler görmek istedi. Tarifa’ya yani İspanya’da Avrupa’nın en güney ucuna inince bir de baktım ki, Fas’a sadece 45 dakikalık bir feribot yolculuğu ile geçilebiliyor. Öyleyse dedim, ver elini Chefchaouen (Şafşavan) yani yıllardır görmek istediğim ‘Mavi Şehir’!
Chefchaouen, Rif Dağı’nın eteklerine yayılmış, daracık sokakları, kaldırımları, merdivenleri, evleri, saksıları, sözün özü her şeyi masmavi olan bir şehir. O kadar mavi ki, mavilik başınızı döndürüyor ve yürürken bazen kendinizi bir akvaryumun içinde hissediyorsunuz.
1471 yılında kurulan, ‘Mavi şehir’ ya da diğer adıyla ‘Mavi İnci’ , Fas’ın kuzeyindeki Tangier (Tanca) ve Tatouan (Tatvan) şehirlerinden aşağıya doğru inince karşınıza çıkıyor. Karşıdan bir dağın eteklerine dökülmüş beyaz evler gibi gözükse de, içine girince her yerin mavi olduğu bir şehir karşılıyor sizi.
Arap ve Musevilerin , İspanya’dan sürüldüğü 1930’lu yıllarda buraya gelip yerleşen halk, bir rivayete göre böceklerden korunmak için, diğer bir rivayete göre ise Tevrat’ta Musevi erkeklerin sabah dua ederken taktıkları şallara mavi ipliklerin bağlanması emrinin verilmesinden dolayı, bu renk kutsal olduğu ve dolayısıyla cenneti ve Allah’ı simgelediği için maviye boyanmış. Başlangıçta daha az olan mavi alanlar, sanırım sonrasında turistlerin de ilgisini çekince artmış ve neredeyse şehrin tamamı mavi olmuş.
Bugün Berberiler, Müslümanlar, Museviler ve Hristiyanlara ev sahipliği yapan şehir, adeta bir kültür mozaiği. Halen caddelerde yürüyen Berberiler, uzun ve kapüşonlu, pamuklu giysileri ile şehre daha da mistik bir hava katmakta. Havanın çok sıcak olmasından dolayı, kıyafetleri rengarenk ponponları olan şapkalar da süsleyince, ortaya görmeye değer bir geleneksel görüntü çıkmış.
Geleneksel dokular, sadece Berberilerin üzerinde değil elbette. Şafşavan’a giderken yanına ekstra bir boş bavul almanızı öneririm, çünkü burası el dokuması halı ve kilimler, yünden örülmüş hırkalar ve battaniyeler gibi pek de kolay bulunamayan ürünlerin oldukça uygun fiyata alınabileceği bir alış veriş cenneti. İki tane el dokuması, yün Berberi kilimini kırk dolara aldığımı söylemem bir fikir verecektir sanırım.
Bunun yanında deri işçiliği çok gelişmiş ve terlik, çanta gibi deri ürünleri de burada uygun fiyata bulmak mümkün. Gümüş aksesuarlar ve tepsiler, Endülüs etkisi taşıyan çini tabak-çanaklar, renkli camlardan yapılmış lambalar, ferforje duvar süsleri gibi bir çok eşyayı Avrupa’nın neredeyse beşte bir fiyatına alabilirsiniz. Sabunlar ve argan yağı ise buradan götürebileceğiniz en güzel hediyelerden olacaktır.
BAHARATLI YEMEK SEVENLERE
Eğer baharatlı lezzetleri seviyorsanız, mavi inci sizin için doğru yer demektir. Buranın en çok tercih edilen yemeği Tajin. Etli, tavuklu, balıklı, karidesli, sebzeli gibi pek çok çeşidini bulabileceğiniz yemek, onlarca baharatla pişiriliyor ve bazı yerlerde güveç kaplarında, bazı yerlerde ise çinili özel tajin tencerelerinde getiriliyor.
Kuskus, diğer önemli lezzetlerden biri ve o da tajin gibi etli, tavuklu, sebzeli olabiliyor. Köfteli ya da tavuklu Pastella ise, tarçın ve şekerle pişirilen bir diğer lezzet. Hem tatlı, hem tuzlu arası bir tadı var ve bana göre yemekten sonra tatlı niyetine yense sanki daha iyi bile olabilir. Yemek sonrasında tatlı çeşitleri pek gelişmiş değil ancak hemen her sofraya getirdikleri nane çayı özellikle hazım için birebir.
Burada meşhur olan keçi peyniri ve zeytin ise sofranın olmazsa olmazlarından. Masaya oturur oturmaz getirdikleri yeşil zeytin, bana göre bizimkilerin yerini tutmasa da turistler tarafından oldukça seviliyor.
GEZMEYE MEYDANDAN BAŞLAYIN
Mavi şehir, eski şehir ‘Madina’ ve yeni şehir ‘the Ciudad Nueva’ olarak ikiye ayrılmış. Tabi ki her şehirde olduğu gibi, burada da gezilecek yerler eski şehrin içinde toplanmış. Fas ve Endülüs etkisiyle şekillenmiş eski şehir daracık sokakları, çiçeklerle kaplı mavi merdivenleri, evlerin avlularına açılan dar tünelleri ile turistlerin ilgi odağı.
Kırmızı kiremit kaplanmış çatılı evleriyle, maviyle kaplanmış dar yollar, nereden giderseniz gidin sizi meydana çıkarır. Ya da meydandan yola başlarsanız, buradan gideceğiniz tüm yollar sizi mavi şehrin büyülü sokaklarına götürecektir diyelim.
Plaza Uta el-Hammam meydanı, bir nevi buluşma meydanı. Etrafını saran kahve ve restoranlar, gelen geçeni seyretmek için oturan halkın ve turistlerin buluşma noktası.
Kasbah, dışardan ilgi çekici gibi dursa da aslında içinde pek de enteresan bir şey yok. Girişi ücretli olan kale, her katından ayrı bir Şafşavan manzarası sunması açısından ilgi çekici olabiliyor.
Ras el Maa şelalesi, adı büyük gibi dursa da aslında küçük bir şelale. Ancak yerli halkın çoluk çocuk gidip, eğlendiği bir nevi mesire yeri.
Buradan yürümeye başladığınızda yol sizi İspanyolların yaptığı tepedeki ‘Jemaa Bouzafar’ camisine çıkarıyor. Burada camilerin kubbeleri yok. Minareler de köşeli. Epey bir yokuş tırmanarak çıktığınız camide, esas güzellik ise gün batımında karşıdan mavi şehri izlemekten geliyor.
2011 yılında Giorgio Armani’nin reklam filmi çekmesinden sonra adını daha da duyuran şehir, Fas’ın çöl havasından daha çok Akdenizli yanını temsil ediyor adeta. Maviye boyanan kapı ve pençelerle, kendinizi zaman zaman bir Yunan adasında sanabilirsiniz. Burada sadece evler değil, bir çok camiler, halka açık meydanlar, hükümet binaları da maviye boyanmış.
Bu renk cümbüşüyle de özellikle fotoğrafçılar için cennet. Ancak çok dikkat edilmesi gereken şey, halkın fotoğraflarının çekilmesinden hoşlanmıyor oluşu. Sokakta fotoğraf çektiğiniz için bile size bağıran kadınlar karşınıza çıkarsa şaşırmayın. Özellikle kadınlar fotoğrafa daha karşı ve sorulmadan kesinlikle fotoğraf çekilmemesi gerekiyor. Ancak izin alırsanız arada size izin verenler de olabilir.
Karşı olduklarından olsa gerek ki, kartpostallarında yer alan portrelerde bile kişiler hep arkadan çekilmiş. Kedinin bolluğundan mı, yoksa fotoğraflanabilir tek canlı oluşundan mıdır bilmem ama bol bol kedili sokak kartpostalı göreceğinizden emin olabilirsiniz.
Mavi şehir, rivayetlerin tersine turistik amaçla, sonradan geliştirilmiş olsa da bugün milyonlarca ziyaretçi aldığı bir gerçek. Güzel olan yanı ise, bir çok kültürün bir arada dostça yaşayarak, her ne sebeple yaratılmış olursa olsun bu güzelliği koruyor oluşları…
Harika bir tanıtım olmuş, Bozcaada’yı da ziyaret edin lütfen yazınızı bekliyoruz.
Fotoğraflar renkler harika…
Fas’a bir kez daha gitmeliyiz, bu sefer Fes, Meknes, Marakeş ve çöl tarafına…
Kesinlikle bir daha gitmek isterim 🙂