Sihirli Masal Evi ilk durağımızdı ve Urla’da ikinci rotamız Mehtap hanım’ın ‘Armatörler Sokağı’ ile ‘Balıkçılar Sokağı’ köşesindeki hikaye evi Mitera 1905. Girit kökenli bir ailenin torunu olarak İzmir’de dünyaya gelen Mehtap Hanım, aile öykülerini ‘Şimdi Evimdeyim’ isimli bir kitapta toplamış. Kitabındaki öyküleri ise Mitera’da hayat bulmuş. Böylece Mitera 1905, 112 yıllık bir Rum taş evinden, üç yıl süren restorasyon sonucu bir hikaye evine dönüşmüş.

1901 yılında inşaatı başlayan bina 1905 yılında tamamlanmış. Bugün ismindeki ‘1905’ buradan geliyor. Burada mübadele öncesinde Manolis ve kuyumcu eşi yaşarmış. O günlerde şarap ve zeytinyağı sakladıkları küpler bugün hala saklanıyor. Üst katta üzüm kurutma odası bile olan evlerini, maalesef 1924 yılındaki mübadelede bir gece terk etmek zorunda kalmışlar. Bina, kırk yıl kaderine terk edilmiş. Üç yıl öncesine kadar Urla’lı bir aile yaşıyormuş. Sonrasında Mehtap Hanım satın alarak, tam üç yıl boyunca gündüz gece demeden restorasyonu ile bizzat uğraşmış.

3. kuşak mübadele torunu Mehtap Hanım, hikayeleri araştırıp kurgu hikayelere dönüştürerek ‘Şimdi Evimdeyim’ isimli bir kitap yazmış. Kitaptaki hikayelerin somut bir şeylere dönüşmesini isteyince de Mitara 1905’de bu hikayelere can vermiş.

Maria gitmiş, Ayşe gelmiş mavi kepenkli bu eve… İsimleri değişse de, aşkları, ümitleri, hayalleri aynı imiş. Hikayeleri bugün Mitera’da camlara yazılmış.

Burası bir restoran ya da kafe değil, bir öyküyü anlatan sıcacık bir ev… 1940’lardan kalan porselenlerle servis yapılıyor. Manolis’in resmi, Mehtap hanım’ın  hayalinden resme dönüşmüş ve duvardaki bir tabakta yaşamaya devam ediyor.

Mehtap Hanım, mübadelen gidenlerin torunlarını bekliyor. Onlara büyük büyük annelerinin yaşadığı yeri anlatmak istiyor. Ona göre burası çıkmaz sokak süprizi, bize göre de… Böyle bir yer beklemediğimizin şaşkınlığı içinde ona hak veriyoruz.

Mitera 1905’e referans ile konuk alınıyor. Hiçbir yerde reklamı yok. ‘Komşusu, Urlanın köklü ve yerli ailesinin ortanca kızı Sema hanımın bahçesindeki turunçlardan reçel yapmayı severdi’ diye başlattığı hikayesinin süprizini de yaşıyor Mehtap Hanım. Evi alınca, burada yan komşusu Sema hanım ile karşılaşıyor, üstelik de bahçesinde turunçları ile… ‘İnsan bir şeyi kurgular hayat onu karşısına getirir, hayal edin yaşamınız onun renklerine boyansın’ diyor. Sema Hanım ise eski bir terzi. Şimdi yan bahçesini hobi bahçesi yapmış Urla’ya hayat veren kadınlardan biri…

Mehtap Hanım on iki ay burada. ‘Her gelenin hikayesi var, bundan sonra daha çok hikayeler çıkacak’ diyor. Kimbilir, belki de kitaptan hayat bulan Mitera, yarın da Mitera’dan kitaba dönüşecek yeni hikayeler oluşturacak…

Rumca ‘valide’ anlamına gelen ve Mehtap Hanım’ın annesine ithaf ettiği Mitera konuklarına bir öykünün içinde yaşamayı vaat ediyor. Mesela ‘Turunç Kokusu’ hikayesinde adeta Mitela’yı anlatıyor:

‘Dört katlı bahçeli evin misafir odası, masif kolçaklı el oyması sandalyeler, adanın kadınlarının günü bitirirken ellerini sürdükleri ipek yumağın aldığı mucizevi haller, iğne oyasından danteller, camekânlı sürgü kapaklı ceviz dolap, goblen koltuk üzeri bizoteli aynadan yansıyan bir lokma lezzet, babaannemin tenindeki karanfil kokusu, parlak yağlıboya duvar üzerinde dedemin fırça darbeleriyle yarattığı uzun boyunlu, omuzları açıkta kadın tablosu, havada uçuşan Rumca kelimeler, gül motifli gümüş tepsi, iki adet kesme kristalden su bardağı… Birinin içi gümüş tatlı çatallarıyla dolu, diğeri ise cam gibi temiz suya boğulmuş.’

Gerçekten de tam tarif ettiği gibi, dantel örtülerle ve büyük bir özenle hazırlanmış bir sofra karşılıyor bizi… Çiçeklerle süslenmiş meşhur Urla enginarı ve üzerine çağlalı yoğurt sosu ilave ettiğiniz, Ege otlarıyla pişirilmiş Girit böreği, minik kristal bardaklarda servis edilen gelincik şerbeti, güleryüz ve sıcacık hikayeler…

Eski duvarların içine yerleşen antikaların da bir hikayesi var. Bir bakıyoruz ki, Mehtap Hanım’ın kaptan olan babasının seyir defteri. El yazısı ile o günün önemli olayları, limandan giriş çıkış yapanların isimleri gibi kayıtların olduğu seyir defteri, restorasyon yapılırken bahçede metrelerce derinden bulunan eski bir erişte kesme aleti ile yanyana. Bir de gelinlik ayakkabılar tabi.

 

Mehtap hanım’ın iki odası da ‘Clazomenae’  ve ‘Porta Regia’ isminde. Biri gideni anlatıyor, diğeri ise geleni… Her şeyde yine özeni ve ince detayları görüyoruz. İzmir Etnografya Müzesi’ndeki Klazomenai küplerinin desenleri, çinilere dökülüp banyolara gömülmüş. Dantel yatak örtüleri yine ‘Turunç Kokusu’nu hatırlatıyor bana…

Mutfağına geçince, ben de ‘Şimdi Evimdeyim’ diyorum… Tezgahın üzerindeki ev yapımı reçeller, raflardaki tabaklar, sarı dantel perde ve kuzinesiyle oracıkta bir şeyler pişirmek istiyorsunuz. Ama söyleyeyim hiç gerek yok, zira Mehtap Hanım zaten mutfakta ve birbirinden lezzetli yemekleri sevgi ile hazırlıyor.

Bahçesi ise, ağaçlar altında ve kuş sesleri içinde huzurla yapacağınız keyifli brunchlar için ideal. Huzur, lezzet ve sanat iç içe…

Sanat ve lezzet akşamları ile değişik etkinlikler de düzenleniyor Mitera’da. Mesela, 18 Nisan’da ‘Türk Edebiyatının Şikemperverleri’ (Oburları) etkinliği, Orhan Veli’den ‘rakı şişesinde balık olsam’, Elif şafak’ın aşuresi, Orhan Pamuk’un barbun tavası, Sait Faik’in soğuk ayran aşı gibi lezzetler ile yemek ve o dönem sohbetleri ve müzikleri karşıladı konuklarını. Katılım davetiye ve rezervasyon ile gerçekleşti. Kış olduğu için yer kısıtlı ve 15 kişilik etkinlik yapıldı.

Mehtap hanım, internet sitesinde Melih Cevdet Anday’ın bir şiirine yer vermiş, okuyunca aslında benim pek de fazla bir şey yazmama gerek olmadığını anlıyorum. Mitera 1905, kısaca sanırım en güzel bu şekilde anlatılabilir:

‘Bir misafirliğe gitsem
Bana temiz bir yatak yapsalar
Her şeyi, adımı bile unutup uyusam…

Kalktığımda yatağım hala lavanta koksa
Kekikli zeytinli bir kahvaltı hazırlasalar
Nerede olduğumu hatırlamasam
Hatta adımı bile unutsam…’

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.