Fransa deyince en az Paris kadar akla gelen diğer bir bölgedir Provans. Tarihi köyleri, taş evleri, Arnavut kaldırımlı sokakları ve lavanta tarlaları ile sizi adeta bir film karesinin içine çeker. Marsilya’dan başlayıp batıya doğru çıkarak Provans bölgesindeki bu köyler ve kentler tek tek keşfedilebilir.

İLK DURAK MARSİLYA

Araba kiralamak bölgeyi gezmenin en kolay yolu olacaktır ancak yollar çok dar ve park yeri her zaman sorun olduğu için mutlaka ufak araç kiralamanızı öneririm.

Yarım günde gezilebilecek olan Marsilya, ülkenin en eski kentlerinden biri. 2600 yıl önce Orta Asya’dan gelen Yunanlı göçmenler tarafından kurulmuş ve bugün Fransız müziğinin, futbolun ve dünyanın en lezzetli balık yemeği “ bouillabaisse”nin yurdu.

Bu eski kente biraz tepeden bakabilmek için Notre-Dame-de-la-Garde katedraline çıkabilirsiniz. Bu kilise Marsilya’nin başlıca simgesi. Kentin en yüksek tepesine yerleşmiş ve büyük, altın Meryem heykeliyle daha da yükselen kilise, kentin her yerinden görülebilir.

Marsilya’nın limanı olan Vieux Port, tekneleriyle ve restorantlarla kent sakinlerinin ve turistlerin eğlenmek ve pazardan balık almak için toplandığı yer. Burada yerel lokantalarda balık çorbası içebilir ve Marsiya’nın geleneksel kurabiyesi ‘Navette’den tadabilirsiniz. Eski Şehir (Old town)’da kısa bir gezinti yaptıktan sonra köylere doğru yola çıkılabilir.

KÖYLERE YOLCULUK

Yaklaşık bir saatlik uzaklıktaki en sofistike köylerden biri Aix-en-Provence, çeşmeleri ile meşhur. Her köşe başında harika bir çeşme görmeniz mümkün. Kendine adeta çınar ağaçlarından bir tavan yapmış olan Cours Mirabeau kentin ana caddesi ve sağlı sollu tüm mağazalar ve restorantlar bu caddeye sıralanmış. Caddenin arka sokakları ise, görülmesi gereken Aix’ın eski şehri.

Her Salı ve perşembe, bir yandan taze meyve ve sebzeler, meyve pazarının hemen bitişiğinde ise çiçek pazarı ve giysi pazarı da bulunmaktadır.

Hızlı bir keşif için Cezanne’ın izinden Arnavut kaldırımlı yollardan yürüyerek pazara varılabilir. Bölgenin en sofistike ve hareketli kenti olan Aix-en-Provence çeşmeleri kadar pazarları ile de ünlü.

Avignon, nehir üzerindeki tarihi köprüleriyle meşhur. Ancak ne yazık ki, 22 tarihi köprüden günümüze sadece dört tanesi kalmış. Eskiden boya işçilerinin olduğu dar sokak Rue des Teinturiers, bugün sanat kafeleriyle dolu. Bölgeye özgü alışveriş yapmak isterseniz Avignon bunun için en uygun köylerden biri. Les Olivades’den 1818’den bu yana bölgeye özgü üretilen kumaşlardan alabilirsiniz.


VAN GOGH’UN ŞEHRİ
Arles, bölgenin en tarih kokan kentlerinden biri. Kente girer girmez sizi tığ işi ile kaplanmış ağaçlar karşılıyor. Eğer tiyatro festivali zamanına denk gelirseniz aniden karşınıza 14’üncü yüzyıldan kalma kostümleriyle bir grup insan da çıkabilir.

Yunanlı tüccarlar tarafından kurulup, zaman içinde Roma İmparatorluğu’nun ana kentlerinden biri olarak gelişen Arles’te tarihi imparatorluk sarayını, Roma meydanını ve gladyatör savaşlarına sahne olan arenasını görmelisiniz. Vincent van Gogh’un da yaşamak ve tablolarını yapmak için seçtiği bu sevimli kentte, Cafe la Nuit ve etrafındaki kafeleriyle Place du Forum, kahve keyfi yapmak için ideal.

Gordes, bölgenin en etkileyici köylerinden bir diğeri. Köye yaklaştığınızda Coulon Vadisi üzerine asılmış, adeta birbirinin üzerine yığılmış gibi duran bir dolu taş ev manzarası sizi karşılar. Köyün içine girdiğinizde ise başka bir aşk başlar. Arnavut kaldırımlı yollar ve aynı renkteki taş ev ve şatolarla sanki kulağınıza o dönemin hikayelerini fısıldar bu köy…

Rosillion, bence bölgenin en sürpriz köylerinden biri. Köye girince size karşılayan kızıl kayalar kendinizi Arizona’da sanmanıza sebep olabilir. Luberon dağının eteklerine kurulmuş bu köy, tüm dolambaçlı yollarına rağmen görülmeye değer. Dünyanın en büyük hardal ocaklarının bulunduğu bu köyde toprak, kırmızı, sarı ve kahverenginin tüm tonlarıyla adeta bir sanatçının paletinden çıkmış gibi. Evlerin rengarenk cepheleri ve renkli panjurlar da bu tablonun birer parçası. Sokaklarda kaybolmak burada çok keyifli.

Les Baux de Provence, bir kireçtaşı kayalığının tepesine nefes nefese çıkarak bulduğumuz, Provence’ın en dik yokuşlu ama en etkileyici köyleri arasında. Duvarları 10’uncu yüzyıldan kalma harap bir hisar olan Chateau des Baux, köyü süslüyor. Araç trafiğine kapalı olan bu etkileyici köy, aynı zamanda Orta Çağ döneminden kalma en güzel malikanelerden birine ev sahipliği yapmakta.


GÖRSEL ŞÖLEN
Gordes’e aşık olup, kızıl kayalarıyla size şaşkınlığa düşüren Rosillion’u gezdikten sonra, lavanta tarlalarını görmek isteyenleri yol Abbaye Notre-Dame de Senanque bölgesine getiriyor. Yol üzerinde önce Lavanta Müzesi’ni görmelisiniz. Lavantanın geçmişi ve hikayesi hakkında bilgi alabileceğiniz bu müzenin minik bahçesinde göreceğiniz lavantalar bile heyecanlanmanıza sebep oluyor.

Fontaine-de-Vaucluse, Avrupa’nın en güçlü doğal su kaynağı. Bu sevimli köyün olağanüstü ortamının 14. yüzyılda burada yaşayan İtalyan aşk şairi Petrarca’yla birleşmesi köyün romantik atmosferini katlıyor.

LAVANTA MEVSİMİ
Provence bölgesini, Marsilya uçak biletini şimdiden ucuza alarak temmuz ayındaki dört günlük bayram tatilinde gezebilirsiniz. Özellikle de lavanta mevsimi olduğu için çok doğru bir ziyaret zamanı. Sadece lavanta değil, aynı zamanda festival zamanı da olduğundan, bu güzel bölgeyi sadece görmekle kalmayıp, aynı zamanda oldukça renkli görüntülere de tanık olabilirsiniz.

Yazı için: http://www.sabah.com.tr/turizm/2015/05/24/lavanta-kokulu-koyleriyle-provence#

Fatoş Pur

Sabah Gazetesi tatil eki – 24.5.2015

sabah tatil eki lavanta kokulu köyler provans

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.