Kaliforniya eyaletinin en büyük şehri Los Angeles, pek çok filme konu olmuş, Hollywood yıldızlarının yaşadığı, aşırı zenginliğin yaşandığı, dört mevsim güneşli geniş plajlarıyla ünlü, meşhur palmiyeleri ile pek çok fotoğrafa konu olmuş dört mevsim dünyanın en çok ziyaret alan ‘Melekler Şehri’!
Fakat bu güzelliklerin yanında, aynı zamanda depremleriyle, selleriyle, suç oranının yüksekliğiyle ve evsizleriyle biraz tehlikeli bir şehir Los Angeles… Bu tezatlık, ekranlara sıkça yansıması sonucu ise tüm dünyanın gözleri önünde. Sonunda ise, hayalin gerçeğe dönüştüğü, fakirliğin zenginlikle çarpıştığı ve bir gecede ünlü olma şansı veren modern bir ‘Vahşi Batı’!
İşte bu tezatlıkları bir an önce görebilmek isteği ile biz de Amerika gezimizin bu ilk gününde sabahın erken saatlerinde uyandık. Otelin internetinden faydalanarak, Google Map kullanarak haritayı hemen Hollywood için ayarladım. Kahvaltıyı orada yapıp, erkenden dolaşmaya başlamak istiyorduk.
En yakın noktaya geldiğimizde arabayı gördüğümüz ilk otopraka park ettik. Bu da tecrübesizliğin verdiği hatalarımızdan biriydi. Meğerse böyle özel otoparklar iki saat de olsa, günlük de olsa 20 dolar ücret alıyor. Mutlaka ‘public park’ yazan tabelaları takip edin bu katı otoparklara park edin. Ya hiç ödemiyorsunuz, ya da kaldığınız saat kadar yaklaşık 5-6 dolar ödüyosunuz.
Yaşadıkça öğreniyoruz, ki işte benim seyahat ederken en keyif aldığım şey! Gerçekten boşa dememişler ‘çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?’ diye. Her ne kadar gitmeden önce pek çok blog ve kitap okusam da, işte gördüğünüz gibi aslında gezerek ve yaşayarak öğreniyoruz!
Kahvaltı için Rise n Grind’de mola veriyoruz. Los Angeles’ta herkes sağlıklı yemeye çok önem veriyor. Bir çok yerde smoothie’ler, vegan mutfaklar görmek mümkün. Ben de modaya uyup avokadolu yumurta aldım.
Kutsi peynirli sandviç ve meşhur Los Angeles kahvesi Cold Brew! Ama çok çok sert olduğunu söylemeliyim, biz içemedik. (23,34 dolar)
Bulunduğumuz yerden ‘Walk of Fame’ başlamıştı. Yani yerlerde ünlülerin adının olduğu yıldızlarla dolu olduğu caddedeydik. Ama en ünlü kişilerin adının olduğu yıldızların Dolby Theatre yönünde olduğunu daha sonra görecektik.
Yürüyerek dolaşırken, araçla küçük Los Angeles turu attıranlar kanımıza girdi. İki saatlik tur için pazarlıkla iki kişiye 50 dolar ödedik. Pazarlığın başında kişi başı için bu fiyatı istemişlerdi.
Kısa yoldan da olsa, Beverly Hills ve Justin Timberlake, Leonardo DiCaprio gibi bazı ünlülerin evleri, filmlerin çekildiği Beverly Hills Hotel, ‘Pretty Woman’ filmin çekildiği otel gibi aslında bizim gidip bulamayacağımız bazı yerleri görmek açısından iyi sayılabilirdi.
Bunun yanında Rodeo Drive, Hollywood, Sunset Bulvarı gibi yerleri de hızlıca geçip, meşhur ‘Hollywood’ tebalasını da karşıdan görecek şekilde bir tepeye çıktık.
Çok gerekli miydi bu gezi? Dürüstçe olmasa da olur. Yine sonradan anladık ki, hop on-hop off ile iki günlük Los Angeles otobüslerden tur alsak, Santa Monica da dahil olmak üzere pek çok yeri hatta araba bile kiralamadan gezebilirmişiz. Üstelik istediğimiz yerde inip, dilediğimiz kadar kalarak. Onun da fiyatı kişi başı 25 dolar civarı idi.
Hava her ne kadar güneşli de olsa, ne de olsa kış mevsiminde olduğumuzdan güneş erken batıyordu ve 4’ten sonra kararmaya başlıyordu. Turumuz bittikten sonra Hollywood’ta dilim pizzacıdan 10 dolara iki dilim pizza atıştırıp, Santa Monica’ya doğru yola çıktık.
Şehrin kalabalığı ve karmaşasından ziyade, sahilde vakit geçirip, gün batımını izlemek istiyordum. Hemen sahildeki katlı otoparka bıraktık arabayı ve sadece 5 dolar ödedik. Santa Monica iskeleye indiğimizde ne yazık ki, hava kararmıştı. Yine de iskele oldukça hareketliydi. Patlamış mısır satanlar, incik boncukcular, kafeler, lunapark… İskele değil sanki tatil köyü havası veriyordu.
En sevdiğim şey ise, Chicago’dan başlayan ve Amerika’yı boydan boya kesen tarihi Route 66, burada, Santa Monica’da son buluyor. En büyük hayallerimden biri, bir gün bu rotayı baştan başa yapabilmek. 🙂
Her yerde bunu anlatan hediyelik eşyalar var. Tabi bir de yolun sonunu gösteren tabela. 1926’dan bu yana Route 66, gezginler, maceraperestler ve hayalperestler için eşsiz bir deneyim.
Bubba Gump’ta karides yemeği çok istesek de önünde uzun kuyruklar vardı ve biz de şansımıza bir yeri gözümüze kestirip içeri girdik.
‘Ye Old King’s Head, İngiliz Kraliyet döneminden armalar, süslemeler ve ‘fish&chips’gibi İngiliz mutfağıyla bu akşamki tercihimiz oldu. İçerisi oldukça kalabalıktı ve yemekler de lezzetliydi. Yemeğe 49,45 dolar ödeyerek, sevgili tütsü kokan otelimize geri döndük.