Bir dizi tepeceğin üstüne kurulmuş, inişli çıkışlı yokuşları, sarı tramvayı ve çini kaplamalı tarihi evleri ile göz alıcı Lizbon!
Bence Avrupa’nın en samimi şehirlerinden biri olan Lizbon, ilk gördüğünüz andan itibaren sizi büyüsüne alır ve ne kadar görseniz de bir sonraki sefer için sizi çağırır. En heyecan verici yanı ise bir yandan son derece Avrupalı iken, diğer yandan Emevi etkisiyle rengarenk ve motiflerle dolu oluşudur.
18. yüzyılda Araplar tarafından getirilen çinicilik, şehre damgasını vurmuş. 18 yüzyılda krallar ve aristokratların ne kadar zengin olduklarını göstermek, 19. yüzyıldan sonra ise binaları yağmurdan korumak için kullanılmış olan çiniler bu gün şehre bir anlam ve farklılık katıyor.
Ne yazık ki 1 Kasım 1755’de, Jamaika’dan bile hissedilen depremde birçok bina yıkılmış, çıkan yangınlarda yanmış ve sular altında kalmış. Neyse ki, bu gün eski şehir olarak adlandırdığımız, Baxia, Chiado ve Bairro Alto ise günümüze kadar gelmiş ve eski çinilerle kaplanmış binaların büyüsü şehirde devam edebiliyor.
Portekiz denilince akla ilk gelenlerden biri Fado. Acıklı bir müzik aslında Fado.. Gidip de geri dönmeyen denizcilerin ardından yazılmış ağıtlar. Önceleri fakir halkın müziği iken, şimdi ülkenin adeta simgesi olmuş. Eğer turistik tavsiyelerden vazgeçip, eski mahalleler arasında kaybolmak isterseniz, çini satan antikacıları, duvarları ‘azulejo’ denilen çinilerle kaplanmış eski binaları, tarihi pastaneleri, kareli fayanslarla döşeli barları, Fado kulüpleriyle dolu bir atmosferi de keşfetmiş olursunuz.
UCUZ BİR ŞEHİR
Lizbon, şu anda Avrupa’nın en ucuz şehirlerinden biri. Ulaşım için taksi kullanmak akıllıca, çünkü mesafeler yakın ve ücretler çok uygun. Ancak Avrupa’nın en güneşli şehirlerinden biri olan Lizbon’u keşfetmek için en güzel yöntem aslında yürümek ve kaybolmak. Fakat söylemem gerekir ki, inişli çıkışlı tepelerini yürüyebilmek oldukça kondisyon ister.
Şehri dolaşmanın diğer bir keyifli yanı ise, tarihi tramvaylara binmektir. Özellikle 28 numaralı tramvay, yerel halkın ulaşım aracı olmasına rağmen, turistlerin de göz bebeğidir ve bu yüzden özellikle Martim Monitz’den binmeye çalışırsanız uzun bir kuyruğu beklemeyi göze almalısınız. Ancak aynı yerden kalkan diğer tramvaylarla da (mesela 12 numara) aynı keyfi almak ve 28 numaralı tramvayın gittiği Graça bölgesine çıkmak mümkündür.
Öte yandan daha az turist çeken 25 numaralı tramvaya binerseniz, nehir kıyısına inerek Lapa ve Estrela’dan geçip çok daha keyifli ve uzun bir güzergahı takip edebilirsiniz. Miradouro da Graça’dan Lizbon’un ve kalenin muhteşem görüntüsünü izleyebilirsiniz.
TERASLAR VE ASANSÖRLER
Lizbon’un şehir merkezi içinde birçok bölgeyi bulundurur ve bu bölgeleri yürüyerek keşfetmek mümkün. Özellikle Alfama sokakta yaşayan eski mahalle kültürünü size sunarken, Bairro Alto restoranları, barları, graffitileri, parke taşlı dar yolları ve Fado kulüpleriyle bir eğlence merkezi. Baxia özellikle gün batımından iki saat önce gelirseniz, Estacao Fluvial ve Tejo’nun diğer kıyısındaki Barreiro arasında harika ışık hüzmeleri arasında işleyen feribotları izleyebilirsiniz ve sahilde oturan kalabalığın arasına karışabilirsiniz.
Chiado size kültürel bir zenginlik sunarken, Saldanha‘da yerel halkın yaşamına tanık olabilirsiniz. Teraslar ve asansörler, Lizbon’u seyretmek için ideal. Lizbon’u tepeden seyretmek ayrı bir haz verir insana, hele ki gün batımı saatlerine rast getirirseniz. Santa Justa asansörü en tarihi olanlarından biri. Tamamen dökme demirden yapılmış asansörle tepeye çıktığınızda muazzam bir manzara ile karşılaşırsınız. Özellikle de gün batımı saatlerinde gelirseniz meydanı, ara sokakları, Carmo manastırı ve harika silüetleri ile Lizbon’u izlemeye doyamazsınız.
BÖLGELERİ TANIYALIM
BAXIA: Eski Lizbon olan bu bölgede, Orta Çağ’dan beri şehrin ana meydanı olan Rossio’dan başlayıp, Rua da Prata (Gümüşçüler Caddesi), Rua da Sapaterios (Ayakkabı Tamircileri Caddesi) ve sağlı sollu ara sokaklarından nehir kıyısına kadar yürüyün. Gün batımından iki saat önce Praça do Comercio ve sahili takip edip nehri ve feribotları seyredin. Elevador de Santa Justa’ya çıkın. 1902’de Eiffel’in öğrencilerinden biri tarafından yapılan bu asansörün 32 metre tepesine çıkarak özellikle gün batımında Convento Do Carmo’nun silüetinden Baxia’yı izleyin.
ALFAMA: Mutlaka tramvay ile küçük bir şehir turu attıktan sonra Miradouro da Graça’da inerek Lizbon ve kalenin manzarasını seyredin. Largo da Graça’da yan yana dizilmiş, rengarenk çinili binaların arasından çini satan antikacı dükkanlarına girin. Fado’nun yurdu olan Alfama sokaklarında kesinlikle yürüyerek kaybolun ve balıkçıların yaşadığı yerleri keşfedin. Sokakta asılı çamaşırlarıyla, eski ve dar sokaklardan Se katedraline varın. Sahile yönelip, Fado Müzesi’ni ziyaret edin ve ‘Noktalar Evi’ anlamına gelen Casa Dos Bicos’ta bir sergiyi izleyin. Alfama tavernalarında Fado dinleyin.
CHIADO: Klasik finiküler olan Elevador de Bica ile Bica mahallesine çıkın. Dik bir yokuş ile Bairro Alto’ya çıkan bu yolda, Bica mahallesinin karakteristik evlerini, dükkanlarını, restoranlarını keşfedin. Şehrin en eski kafe ve dükkanlarının olduğu Rua Garrett ve Rua Carmoda’da alışveriş yapın, yapmasanız da mağazaları gezin. Cafe A Brasileira’da, ünlü şair Fernando Pessoa’nin bronz heykeli yanında oturup bir kahve için, sokak müzisyenlerini dinleyin. Mutlaka kestane yiyin. Hafif tuzlu ve tamburda pişen bu kestanelerin tadını unutamayacaksınız. Cais do Sodre’den Cacilhas’a giden feribota binin ve karşıya geçin. Oradan 101 numaralı otobüs ile Cristo Rei’ya çıkın. Bunu da gün batımı saatlerine denk getirin ve 80 metre yukarıdan Ponte 25 de Abril’in (25 Nisan Köprüsü) muhteşem ışıklarıyla Lizbon’u seyredin.
BAIRRO ALTO: Dar, parke taşlı ve graffitili sokaklarda, hava karardıktan sonra Lizbon’un gece hayatını ve Fado’yu keşfedin. Gündüz sessiz sakin duran sokaklarda akşam nasıl bir cümbüş olduğuna şaşırırsınız. Sokaklar ellerinde içkileriyle dışarı taşmış insanlarla doludur. Ruo do Norte, Rua Diario de Noticias, Rua da Atalia ve Rua da Rosa en hareketli caddeleri. Yine gün batımında Lizbon’u izlemek isterim derseniz Park Bar’ın terasına çıkın.
BELEM: Vasco da Gama’nın 1497’de Hindistan’a gitmek üzere yola çıktığı ve bir yıl sonra geri döndüğü yer olan Belem’e gidin ve Jeronimos Manastırı’nı ziyaret edin.
UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan manastırın inşaatı, 1502’de Dom Manuel’in, Vasco da Gama’nın Hindistan’dan sağ salim dönmesi için Bakire Meryem’e yaptığı adak ile başlamış. Hindistan’dan gelen baharat yolunun açılmasıyla kazanılan servet sayesinde yapılmış bu manastırın önündeki Portekizli kaşiflerin anısına yapılan gemici heykellerinin usta işçiliğini izleyin.
Antiga Confeitaria de Belem’e gidip, 1837’den beri hizmet veren bu çinili pastanede, tarçınla sunulan, kiliselerde arta kalan yumurta akını değerlendirmek üzere ortaya çıkan ancak şimdi adeta Lizbon’un simgesi olan meşhur kimilerinin ‘nata‘ da dediği Belem tartını yiyin. Her yerde yapılıyor olsa da, bu pastanede yapılan tartın tarifini sadece beş kişinin bildiği söyleniyor.
HIZLI ŞEHİR TURU – YAPMADAN DÖNMEYİN
Ulaşım, yemekler ve oteller diğer Avrupa ülkelerine göre çok ucuz.
Deniz ürünleri çok ucuz ve çok güzel. Kişi başı yaklaşık 10 euro’ya koca bir tabak jumbo karides, büyük bir balık, patates kızartması ve içki almanız mümkün.
Tüm yemekler genelde çok lezzetli ancak biraz tuzlu.
Sonbaharda giderseniz tamburla yapılan ve tuzla pişen kestanelerden yemeden dönmeyin.
Eski tramvaya mutlaka binip, bir şehir turu atın.
Asansörlere ve teraslara çıkıp, Lizbon’u tepeden izleyin.
Çanta ve cüzdanlarınıza çok dikkat edin, hırsızlık çok!
Mutlaka Fado dinletisi olan bir restoranda akşam yemeği yiyin.
Chaido’nun göbeğindeki, şehrin en güzel kiliselerinin de olduğu harika parkta piknik yapın.
25 Nisan köprüsünden geçerek, dev İsa heykeline ulaşın. ‘Cristo Rei Statue’, Rio’daki İsa heykelinden 25 yıl sonra yapılmış.
FATOŞ PUR
Sabah Gazetesi Tatil eki – 31.05.2015
Yazı için: http://www.sabah.com.tr/turizm/2015/05/31/sari-tramvayin-pesinde-lizbon