Los Angeles sahili pek çok plajı ile ziyaretçiler için gerçekten bir cazibe merkezi. Santa Monica, Malibu ve Venice Beach belki de en meşhurları. Bizim ziyaretimiz sırasında en sevdiğimiz yerlerden biri Venice Beach oldu, ya da lokallerin deyimiyle Venedik!
Venice Beach, ikinci gün kahvaltı için rotamızdı. Arabayı pazarın arkasına bırakınca, ben her zamanki gibi hemen pazara daldım. Çok az tezgah olmasına rağmen, aileler alışverişe gelmişler ve çocuklar neşe içinde oynuyorlardı.
Sahile doğru yürümeye başladık. Her yerde meşhur murallar. Bir şehri renklendiren ve benim de en sevdiğim şey bence şehirlerdeki bu duvarlar. Şehre gerçekten hayat veriyorlar.
Sahile çıkınca tam bir yaz havası karşıladı bizi. Sahil boyunca sıralanmış kafeler kahvaltı için gelenlerle dolu… Sahilde paten kayanlar, güneşlenenler, bir yanda tezgah açıp tarot falı bakanlarla son derece renkli Venice Beach…
The Sidewalk Cafe’de bir Meksika kahvaltısı aldık ve son derece lezzetliydi. Benim aldığım dürümün içinde avokado ezmesinden, fasulye ezmesine, mısıra kadar her şey var. Venice Beach, özellikle vegan beslenme için bir cennet. Bizim mönü oldukça da doyurucuydu, hatta ben biteremedim bile… Klasik Amerikan boyutundaki porsiyonlar tabi. İkimizin kahvaltısına 35 dolar ödedik ve sahil boyunca yürümeye başladık.
Sahilde dükkanlar rengarenk hediyelik eşyalarla dolu. Pek çok taş mankende ‘Fuck Trump’ yazan şortlar ise bizi gülümsetti. Demokrasi bu olsa gerek! 🙂
Sahilde paten kayanları izlerken nefesimi tuttum. Her seferinde sanki düşeceklermiş gibi hissettim ama hepsi gerçekten bu işin uzmanı olmuşlar.
Bu arada Venice Beach’de marihuana satışı serbest. Onu bir ilaç olarak görüyorlar ve tıbbi malzeme gibi, Pipe shop, The Green Doctors gibi isimli dükkanlarda ‘medical drug’ adı altında satıyorlar.
Yürüyüşe devam ederken içim evsizlere sızlamadı değil. Aslında pek çoğu fakirlikten değil ne yazık ki uyuşturucudan bu hale gelmişler. Sahilde yıllardır piyano çalan kişinin eskiden çok ünlü bir müzisyen olduğunu öğrenmek bizi çok üzdü. Pek çoğu da böyle. Şemsiyeleri kendilerine ev, market arabalarını da dolap yapmışlar. Ne kadar şanslı olduğumuza bir kez daha şükredip yola devam ettik.
Sahil yolunu bitirip Abbot Kinney Bulvarı’na döndüğümüzde ise, çok kaliteli dükkanlar ve kafeler gördük. Son derece keyifli ev dekorasyonu ürünleri satan mağazalar var. Koltuktan, örtülere kadar pek çok şeye bayıldım.
Dediğim gibi sağlıklı beslenme konusunda buralarda yok yok! Özellikle de vegan beslenme için alternatif çok fazla ve kapılarda kuyruklar var bir smoothie alabilmek için. Adının anlamının aksine The Butcher’s Daughter (Kasabın kızı), Greenleaf, Lemonade, Fala Bar bunlardan bazıları. Mönülerden ise sağlık fışkırıyor 🙂
Salt & Straw, deniz tuzu ile dondurma yapıyor ve LA’de pek meşhur. Biz de denemeden olmazdı tabi. İkimiz de ikişer top farklı çeşitlerden denedik. İtalyan dondurmasınan yanında bana göre esamesi okunmaz ama yine dondurmanın her halini sevdiğimden memnun kaldım. (13,80 dolar)
Venice Beach adının nereden geldiğini biliyordum, siz de detayları öğrenmek isterseniz Venice Beach Rehberi olarak hazırladığım diğer yazımı okuyabilirsiniz. Biz henüz kanallara rastlayamamıştık. Kanallar için yine haritadan rota çizdik ve tam arkasına park ettik.
Sokaktan içeri girdiğimde gerçekten şaşırdım, çünkü sanki başka bir dünyaya gelmiştik. Gerçekten de Venedik gibi kanallar ve kenarında birbirinden güzel evler. Her evin bahçesi çiçeklerle bezenmiş ve balkonlar son derece keyifli döşenmiş.
Sessizlik ve huzur hakim, sahilin hareketli ve renkli görüntülerinden sonra burası bambaşka bir yer… Köprülerle birbirine bağlanan sokaklar arasında dolaştıktan ve büyük kanalı ve limanı da arabayla gezdikten sonra, aklımda olan bir şeyi yapmak için yeniden yola koyulduk.
Bulduğum her yerde melek kanatları ile fotoğraf çektiriyorum tabi. Venice Beach de bunlardan biriydi. Görür görmez kaçırmadım. Bana melek kanatları, Kutsi’ye başka kanatlar düştü venice Beach’te… 🙂
Aklımdaki diğer şey elbette ki gün bitmeden meşhur LA kanatları önünde poz vermekti! Bir kaç yerde melek kanadı graffitisi olsa da, Los Angeles’taki Art District graffiti cenneti. Bu yüzden kalbimiz orada kalsa da Venice Beach’ten ayrılarak Los Angeles’a doğru yeniden yola çıktık.
Tam da istediğim, hep fotoğraflarını gördüğüm melek kanatlarını bulduk. Bir yandan poz vermeden önce içerideki galeriyi de dolaştık. Şık bir sunum, LA genelinde olduğu gibi…
Bu bölgedeki her duvar adeta bir sanat eseri, sokaklar sanat galerisi. Sadece melek kanatları önünde fotoğraf çekmedim, hepsinin önünde çekmeyi çok istedim. Burada bir tam gün geçirebilirdim.
Kanatlarla beraber fotoğrafı çekip ara sokaklarda yürümeye devam ettik.
Sokak aralarında yürürken, yolumuz bizi tesadüf bizi Urth Café’ye çıkardı. İçeride uzun bir kuyruk vardı. Kutsi girmek istemese de, ben vitrindeki tatlıları görünce girmek istedim. Aynı zamanda güzel de bir mola vermiş olacaktık.
Azimle sırada bekleyip, yaban mersinli cheesecake ve kahve ile (12,32 dolar) akşam üstü keyfi yaptık, tabi melek kanatlarımla da fotoğraf çekebilmiş olmanın mutluluğu ile…