Kaliforniya eyaletinin en büyük şehri Los Angeles, pek çok filme konu olmuş, Hollywood yıldızlarının yaşadığı, aşırı zenginliğin yaşandığı, dört mevsim güneşli geniş plajlarıyla ünlü, meşhur palmiyeleri ile pek çok fotoğrafa konu olmuş dört mevsim dünyanın en çok ziyaret alan ‘Melekler Şehri’!
Fakat bu güzelliklerin yanında, aynı zamanda depremleriyle, selleriyle, suç oranının yüksekliğiyle ve evsizleriyle biraz tehlikeli bir şehir Los Angeles… Bu tezatlık, ekranlara sıkça yansıması sonucu ise tüm dünyanın gözleri önünde. Sonunda ise, hayalin gerçeğe dönüştüğü, fakirliğin zenginlikle çarpıştığı ve bir gecede ünlü olma şansı veren modern bir ‘Vahşi Batı’!
Los Angeles Pek Çok Kültürün Birleşimi
Los Angeles ili, Pasifik Okyanusu ile Orange ve San Bernardino illeri arasında yer alıyor ve 88 farklı yerleşimin birleşimi. Bu yerleşim bölgelerinin pek çoğunun, kendi belediyesi, polisi ve kuralları var. Böyle düşününce Los Angeles için, aslında pek çok ruhu bir arada barındaran dünyanın eğlence merkezi tanımlamasını yapmak yanlış olmaz.
Los Angeles’ı ziyaret etmek aynı anda yarım düzine farklı yeri gezmek gibi. Bir kumsala gidip plaj keyfi yapabilir, Beverly Hills’de alışveriş yapabilir, etnik mahallelerde farklı kültürlerle karşılaşabilir, bir kanyon ziyareti yapıp huzur bulabilir, pek çok eğlence parkının ya da Hollywood eğlence dünyasının keyfine dalabilirsiniz.
Genellikle senenin büyük bölümü hava açık, kuru ve güneşli olsa da geceleri yaz bile olsa üşütür. Her ne kadar ‘bir plaja gidip keyif yapabilirseniz’ desem de, deniz tatili yapmak isteyenler için okyanus suyu hem serin hem de dalgalı. Özellikle bizim turkuaz renkli denizlerimize alışmışlar için, denizin pek cazip olduğunu söyleyemeyeceğim.
Melekler şehrinde, hayran olduğunuz bir ünlüyü sinemaya yetişmek için koştururken görebilir, büyük bir Hollywood filminin çekimlerine denk gelebilir, otoyolda hız sınırını aşan arabalara rastlayabilir ya da daha sakin bir şekilde Griffith Observatory ve meşhur Hollywood yazısıyla bielikte gün batışı ile birlikte tüm şehri izleyebilirsiniz.
Bu şehirde, süpriz olmayan bir şey varsa o da otomobil çılgınlığı. Şehir, labirent gibi otoyollara sahip ve burada pek hız sınırı yok. Araba kiralamak gözünüzü korkutsa da, şehri gezmenin en kolay yolu olduğunu söyleyebilirim. Tek dikkat etmeniz gereken nereye park ettiğiniz olacaktır. Çünkü ilk gördüğünüz parka girerseniz muhtemelen 20 dolar park ücreti ararsınız. Bunun yerine mutlaka ‘city park’, ya da ‘public park’ yazan katlı otoparkları tercih edin.
İspanyollar Her Yere Damgasını Vurmuş
Amerika’ya ayak basmaları ile her yere kendi kültürlerini aşılayan İspanyolların etkisi Los Angeles’ta da fazlasıyla var. İspanyol sömürgecilerin gelişinden önce Batı kıyısı, Amerikan yerlilerinin yurduymuş. İspanya Kralı I. Carlos’un hizmetindeki Portekizli gezgin Juan Rodrigez Cabrillo, bu bölgeye ayak basan ilk Avrupalı olmuş.
1769 yılında, misyonerler yerlileri Hristiyanlık ile tanıştırmışlar. Ancak bu yeni yaşam şekline alışamayan yerlilerin pek çoğu canından olmuş.
Miami’de nasıl Küba’lılar bir kültür yaratmış ise, burada da Meksikalılar aynı şekilde yaşama damgasını vurmuş. 1781 yılında ise, Meksika’dan gelen, 12 erkek, 11 kadın ve 21 çocuktan oluşan bir grup buraya yerleşmiş. 4 Eylül günü yeni kasaba ‘El Pueblo de Nuestra Senora la Reina de Los Angeles de Porciuncula’ (Porciuncula Melekler Kraliçesinin Kenti) adıyla törenle kurulmuş. ‘Melekler Şehri’ isminin de buradan geldiği söylenmekte. Bugün bu bölge, Downtown’da Olvera Street diye bilinen yer.
Bölgedeki topraklarını kaybetmeye başlayan yerliler, ya dağlara çekilmiş ya da Meksikalıların yanında çalışmaya başlamış. 1847 yılında ise Los Angeles Amerikalılara bırakılmış.
1848 yılında Kaliforniya’nın kuzeyinde altın bulunmasıyla her şey değişmiş. 4 Nisan 1850 yılında, Los Angeles kenti birleştirilerek ilçe merkezi olarak ilan edilmiş. Sonraki 20 yılda şehir, batıda kişi başına en çok sayıda batakhane ve meyhane düşen şehir olmuş ve ‘kötü kent’ adıyla ünlenmiş.
1876 yılında ise, Güney Pasifik Demiryollarının tamamlanmasıyla, refah artmış. Portakal en önemli ürün haline gelmiş. 1890’larda, kalifornia’da tarım üretimi teşvik edilmiş ve ‘kaderin değiştiği ve düşlerin gerçeğe dönüştüğü yer LA’ sloganıyla şehre insanlar akın akın gelmişler.
1892 yılında petrolün de bulunmasıyla, şehrin zenginliği iyice artmış. Nüfüsün da hızla artışı sonucu araziler hızla paylaşılmış ve yeni yerler kurulmaya başlanmış.
Bunlardan biri de, 48 hektarlık meyve bahçesini parsellere ayıran Horace ve Daeida Wilcox tarafından yaratılan Hollywood olmuş.
20. yüzyılın ilk on yılında, ‘Oranges for Health’-California for Wealth’ (Sağlık için portakal-Varlık için Kalifornia) sloganıyla şehrin nüfüsü üç katına çıkmış ancak 1994 yılında Northridge depremiyle şehir büyük bir yıkım yaşamış.
Los Angeles’ta Nereye Gidilir?
Melekler şehrini, tam anlamıyla gezmek için en az beş güne ihtiyacınız var bence. Hatta o bile tam anlamıyla olamaz zira Universal Stüdyoları ya da Disneyland bile bir tam gününüzü alır. Şehirdeki trafik yoğunluğu da göz önüne alınırsa, zaman kayıpları olacağı da muhakkak.
Eğer Los Angeles’in keyfini çıkarmak için biraz macera ruhuna, bir arabaya bir haritaya sahipseniz Angeleno’ların neden kendilerini dünyanın merkezi sandıklarını anlamaya hazırsınız demektir.
Hollywood gündüzleri son derece turistik olsa da geceleri tiyatro ve gece kulüpleri ile gezilebilir. 50 yıldır her sene kaldırımlarına yıldızların eklendiği Walk of Fame, ünlülerin balmumu heykellerinin olduğu Madame Tussauds Hollywood, Chinese Theatre, Oscar ödüllerinin verildiği Dolby Theatre bölgenin en ünlü noktaları.
Beverly Hills, yüksek duvarlarından pek tüyo vermese de ünlülerin ya da ultra zenginlerin malikaneleri ve her sokakta boy gösteren ve LA’in ikonu haline gelmiş palmiye ağaçları ile pek çok filme konu olmuş.
Sunset Strip, özellikle gece eğlenceleri için ideal. Şehrin finans merkezi Downtown, en güzel mimari eserleri ve etnik grupların yaşamlarını gözlemlemek için gezilebilir olsa da, sayısı binlere ulaşmış evsizler sizi şaşırtabilir.
Aynı zamanda oldukça büyük Çin Mahallesi ve LA’ye gelen ilk Meksikalıların yerleştiği dolayısıyla Meksika restoranları ile dolu Olvera Caddesi görülmeye değer.
Ancak bana göre LA demek, bunlardan ziyade sahilde gün batımı demek. Santa Monica, Venice Beach, Malibu sahillerinde bir gün geçirip güneşin batışını izleyerek günü sonlandırmak bir LA geleneği.
Rodeo Drive, Two Rodeo Dr. ve paralel caddeleri ile Melrose Avenue, Westwood Village, zenginliğin tavan yaptığı ve pek çok ünlüye rastlayabileceğiniz ünlü alışveriş caddeleri. Bir ceketin 100 bin dolar ve minimum alışverişin 500 bin dolar olduğu mağazaların da var olduğunu düşünürsek zenginliğin hangi noktada olduğunu anlayabiliriz. Ama elbette ki bu gözünüzü korkutmasın. Çünkü LA, aynı zamanda çok ucuza marka ürünleri bulabilmeniz için de imkanlar tanıyor.
Ross, TJ Maxx, Marshalls ve ev ürünlerinin satıldığı Homegoods’da çok uygun fiyatlara bir çok markayı bulmanız mümkün. Hatta Rodeo Drive’da satılan markaların ürünlerini indirimli olarak bile bulabilirsiniz.
Griffith Observatory (Gözlem Noktası), herkesin önünde fotoğraf çektirdiği meşhur ‘Hollywood’ tabelasını görebileceğiniz ve şehri tepeden görebileceğiniz gözlem noktası. Şehrin adeta simgesi haline gelmiş olan ikonik Hollywood tabelası 1923 senesinde bir emlak şirketinin reklam vermesiyle Lee Dağı’nın tepesine yerleştirilmiş. İlk hali ‘Hollywoodland’ olsa da zamanla Hollywood olarak değiştirilmiş. Özellikle gün batımında eşsiz bir bir manzara sunan tepeye pek çok şekilde çıkış var. Yürüyerek, araç ile, hatta at sırtında bile çıkmanız mümkün.
Elbette, sadece eğlence değil, kültür ve sanatın da zirve yaptığı şehirde, Exposition Park ‘Müzeler Bölgesi’ olarak biliniyor. Tarih ve sanat ile ilgileniyorsanız, kaçırmayın derim.
Ve tabi ki Universal Stüdyoları ve Disneyland, yılın her günü binlerce turist ağırlıyor. Seyrettiğimiz pek çok Hollywood filminin setleri gözlemleyebilirsiniz. Sadece çocukları değil, büyükleri de hedefleyen eğlence parkları için belki iki gün bile ayırmanız gerekebilir. Hafta sonu uzun kuyrukları göze almalısınız.
Eğer biraz daha fazla ücret ödeyerek ‘Front Line Pass’ alırsanız, kuyrukların önüne geçerek hızlı geçme imkanını almış olursunuz. Pek çok farklı şovun da sahnelendiği, geceleri ise restoran ve kafelerle ışıl ışıl olan parklar için plan yapmakta fayda var.
Los Angeles’da ister Hollywood yıldızlarının izini takip edin, ister sokaklarında çılgınlar gibi alışveriş yapın, ister geniş sahillerinde güneşi batırın zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. Doya doya LA keyfi yapmak için 24 saat yaşayan bu şehre mutlaka en az beş gün ayırın.