Adı yerlilerin dilinde ‘Yaşamak için en güzel yer’ anlamına gelen KübaUNESCO’nun yaptığı araştırmaya göre, ‘Dünyada en çok gidilmek istenen ülke’. Ancak bu güzel ülke, tarih boyunca daima bir mücadele içinde olmuş.

Küba’da ilk yaşayanlar, M.Ö. 500’lü yıllarda Güney Amerika’da Orinoco bölgesinden adaya gelen Taino halkıymış ve son derece barışçıllarmış. Doğa tanrılarına tapan halk, ‘Cacique’ adını verdikleri şefleri tarafından yönetilirmiş. Yüzyıllarca barış içinde yaşayan halkın kaderi, ne yazık ki 1492 yılında Kristof Kolomb’un adaya ayak basmasıyla değişmiş.

Cenovalı kaşif, ilk seyahati sırasında ’İnsan gözünün görebileceği en güzel yer’ dediği adayı görmüş ve Juana olarak adlandırmış. Daha sonrasında oğlu Diego Velazquez, 1509 yılında adayı ele geçirmiş ve maalesef Taino halkını yok ederek, 1512 yılında ilk şehir Baracoa’yı kurmuş.

Yıllarca buradaki yerel halka eziyet edip, adanın her şeyinden faydalanan İspanyolların altın çağı, İngilizlerin adayı ele geçirmesiyle bir süreliğine sonlanmış. 1762 yılında İngilizler adayı ele geçirip, Küba’yı serbest ticarete açmış ve köle ticareti de böylece başlamış. 1763 yılında ise İngilizler, Florida karşılığında adayı İspanyollara geri vermişler.

1868 yılında toprak sahibi Carlos Manuel de Cespedes, kölelere özgürlüklerini vererek, İspanyollara karşı ayaklanmış ve bir gerilla savaşı başlmış. Bütün şehirler yağmalanmış, bir çoğu ağır tahrip almış ve ekonomi ciddi ölçüde bozulmuş. Bu ayaklanmanın neticesinde Amerika, şeker plantasyonlarını satın alarak tarihte ilk kez kendini göstermeye başlamış.

İspanyolların adadaki sömürgeciliği devam ederken, 1895 yılında Jose Marti, İspanyollara karşı bağımsızlık mücadelesini başlatmış ama ne yazık ki çatışmalar sırasında hayatını kaybetmiş.  Jose Marti hayatını kaybetse de, Kübalı mühalifler İspanyolla karşı üstünlük sağlamışlar. Ancak Havana limanında Amerikan savaş gemisi Maine’in batırılmasıyla, Amerika İspanyollara savaş açarak adayı geçici olarak ele geçirmiş.

Amerikan egemenliği altındaki dört yıl boyunca, adada pek çok Amerikan işletmesi kurulmuş. Dört yılın ardından Washington, adanın bağımsızlığını ilan etmiş. Başarısız hükümetlerin sonucu olarak, şekere dayalı üretim neredeyse tamamen Amerikalıların eline geçmiş.

1903-1959 yılları arasında, Batista döneminde adaya ‘Amerika’nın arka bahçesi’ adını vermişler. Amerikalı zenginlerin eğlence için geldikleri yermiş.

1950’lerde Küba, kaynayan bir kazan haline gelmiş. Üniversitelerde gösteriler başlamış. Fakirlik, fuhuş artmış. Okuma-yazma neredeyse hiç yokmuş. Haiti ve Jamaika’dan gelenler varmış ve çok fakirlermiş.

1953’de Fidel Castro, üniversiteliler ile birlikte, Santiago Karnaval kutlamalarına denk gelecek şekilde Moncada Kışlası‘nı basmış. 64 kişinin ölümüyle sonuçlanan başarısız bir baskın olmuş ama devrimin ilk tohumları bu baskınla atılmış. Fidel Castro yakalanmış ve hapis ve sürgün edilmiş. Duruşması sırasında yaptığı konuşmasıyla halkın o anda gönlünü kazanmış.

Kasım 1956’da aralarında Castro ve Che’nin de olduğu 82 kişi, Meksika Teuxgan limanından Granma isimli sekiz kişilik (bazı kaynaklar 12 diyor) küçük bir tekneyle denize açılmış. Yedi gün süren yıpratıcı yolculuğun ardından 2 Aralık’ta, Kübalı yandaşların beklediği yer yerine Playa de Las Coloradas adlı yerde karaya çıkmışlar. Üç boyunca açlık ve susuzlukla mücadele eden gerillalar, 5 Aralıka’ta Alegria del Pio’da Batista’nın askerlerinin baskınına uğramış. Bu baskında yalnızca on iki kişi canını kurtarabilmiş.

1958 yılının Noel akşamı Batista ülkeyi terk etmiş. Ülkeden 800 milyon dolar götürdüğü söyleniyor. İktidarda olduğu seneler boyunca, 20 bin kişinin de ölümüne sebep olmuş.

Castro, Havana’ya kadar ilerleyerek zafer konuşmasını yapmış. Meşhur balkon konuşmasında, daima takdirle söz ettiği Atatürk’ün sözünü söylemiş: ‘Yurtta sulh, cihanda sulh! 

Zengin adalılar ülkeyi terk edip Florida’ya gitmiş. Evlerinin anahtarlarını hizmetçilerine bırakmışlar bir gün dönecekleri ümidiyle, ancak hiç geri gelememişler. O günden sonra komünizm karşıtı olarak Amerika için çalışmışlar. Fidel, devrimden dört ay sonra barış için gittiği Amerika’dan hüsran ile dönmüş.

Bunun üzerine o da Sovyetler Birliği ile anlaşma imzalamış. Anlaşmanın ardından 1962 yılında Amerika ambargo uygulamaya başlamış. Ambargonun kararı üzerine Fidel, tüm Amerikan yatırımlarına el koymuş. Elektrik, telefon, şeker gibi tüm üretimler devlet tekeline geçmiş. Ancak ambargo sonucu halk çok fakirleşmiş.

4 Mart 1960 yılında Belçika bayraklı yardım gemisi havaya uçurulmuş ve yüz kişi hayatını kaybetmiş.1961yılında Kennedy, Domuzlar Körfezi saldırısıyla Castro rejimini devirmek istemiş. CIA tarafından eğitilmiş 1297 Kübalı sürgün, karşı devrimci Kübalılara yardım etmek için Domuzlar Körfezi’ne çıkartma yapmış. Aynı zamanda Amerika, Sovyetler’e Küba’daki füzelerini kaldırması ültimatomunu vermiş. Sovyet gemileriyle Amerikan donanması körfezde burun buruna gelmiş ve bir dünya savaşının eşiğinden dönülmüş. Amerikanın başarısızlığı ile sonuçlanan çıkartma üzerine Castro, Küba’da Sosyalizm ilan etmiş.

1962 yılında Küba’ya ambargo kararı alan Amerika’nın Küba üzerindeki hayalleri hiç bir zaman bitmemiş. Yıllar içinde, bir çok ülkedeki Küba elçilikleri, okullar sabote edilmiş, binlerce insan öldürülmüş. Tüm bu saldırılar halkın Castro etrafında daha da kenetlenmesine sebep olmuş ve halkın ona olan inancı daha da artmış. CIA’in  Küba’ya karşı düzenlediği saldırılarılarda, Florida’ya göçen devrim karşısı Kübalılar baş yardımcısıymış.

Ambargo sonrası sıkıntı yaşayan ve Sovyetler Birliği ile yapılan anlaşmalarla estek köstek idare eden Küba, 1991 yılında, Sovyet Birliği’nin çöküşüyle beraber çıkmaza girmiş. Otuz yıldan beri süren destek bir gecede sona erince, üzerine ambargonun da etkileri eklenince, sonuçlar ağır olmuş. Elektrik yok, benzin yok, yiyecek yok! Ülkede ciddi açlık ve fakirlik baş gösterince, bir çok Küba’lı gayriresmi yollardan Florida’ya kaçmış.

Küba bu zorlukların ardından da çıkış yolunu bulmuş. Kendi tarlalarında yiyecek yetiştirmeye başlamışlar. Castro eğitim ve sağlık seferberliği başlatmış. Bir milyon kişi bir yılda okur-yazar olmuş. Ekinlerinden ilaç yapmaya başlamışlar ve dünyada kanser dahil pek çok hastalığı bu ilaçlarıyla tedavi eden tek ülke haline gelmişler.

Ancak tüm bunlar geçim için yeterli olmayınca, Castro ülkeyi turizme açmış. Bugün en çok ziyaret edilen ülke olan Küba’da sokaklarda son derece eğitimli bir halk var. Yılda iki milyonu aşkın ziyaretçi geliyor.

Son yıllarda Venezuela ile yapılan anlaşmayla, onlara ücretsiz eğitim ve sağlık hizmeti götürmenin karşılığında ucuz petrol alınmaya başlanmış. (Bugünlerde Venezuela da karışık olduğu için, oradan da benzin alamıyorlar. Dolayısıyla Eylül 2019’daki ziyaretimizde ülkede benzin yoktu. Otobüs seferleri iptal edildi ve polis özel araçları durdurup insanları araçlara yerleştiriyordu evlerine ulaşabilsinler diye… )

Küba’daki Amerika’ya karşı kararlı duruş diğer Latin Amerika ülkerine örnek olmuş. Uruguay, Arjantin, Şili, Brezilya, Venezuela gibi Latin ülkelerle, özellikle 2000’li yıllarda, Bush döneminde pek çok ortak çalışmalar başlamış. Havana’daki Tıp okulu bu birleşmenin örneklerinden. Latin Amerika dahil 33 ülkeden gelen pek çok öğrenci burada ücretsiz okuyor. Hatta harçlık veriliyor.

Çin ve Avrupa ülkeriyle yakınlaşıp, yeni anlaşmalar imzalanmış. Fidel’e dünyadan saygı ve sevgi büyük. Komünizm farkında olmadan Küba’da büyük bir aile yaratmış. Fidel’in en son Amerika ziyaretinde Amerikalılar bile ‘Küba’ya evet, ambargoya hayır’ şeklinde sloganlarla karşılamışlar. 

Ada bugünlerde 500. yıl kutlamaları dolayısıyla elden geçiyor. Bence yakında dünyanın lüks turizm beldesi olacak gibi gözüküyor. Çünkü İspanyollardan kalan binalar çok güzel.  Bu güzelliklerin bir çoğu zaten Unesco Dünya Mirası Listesi’ne de girmiş. İşte listede yer alanlar:

Küba’da UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ndekiler

  • Tarihi Havana – 1982
  • Trinidad ve Los Ingenios Vadisi – 1988
  • San pedro de la Roca Kalesi (Santiago de Cuba) – 1997
  • Desembarco del Granma Ulusal parkı – 1999
  • Vinales Vadisi – 1999
  • Güneydoğu Küba’nın ilk kahve Plantasyonları – 2000
  • Alejandro de Humboldt Ulusal Parkı (Guantanamo) – 2001
  • Tarihi Cienfuegos şehri – 2005
  • Tarihi Camagüey şehri – 2008

Amerika’dan Kalanlar

Küba’nın şekillenmesinde İspanyolların ne kadar etkisi varsa, Amerika’nın da bir o kadar katkısı var. Özellikle eski arabalar, bugün Küba’nın adeta simgesi olmuş. İşte Amerika’nın hatıraları:

  • Amerikan Arabaları– 1950’li yıllarda zaman donmuş, ve klasik arabalar adeta bu fotoğrafın bir parçası olmuş. Chevrolet, Cadillac, Buick, Pontiac modellerden bazıları…

  • Tropicana– 1939 yılında açıldığından bu yana, 200’den fazla dansçının sahne aldığı Las Vegas tarzı kabare sunan gece külübü
  • Beyzbol– 19. Yüzyılda Amerikalıların bu sporu tanıtmasıyla Küba’nın en popüler sporu oldu.
  • Art Deco– Küba şehirleri, geçmişi 1930’lı yılların Hollywood filmlerine dayanan Art Deco binalarla inşa edilmiş.
  • Amerikan Deniz Üssü– 1902 yılında Amerikan Hükümetinin yazdığı Küba anayasasında Guantanamo Körfezi’ni Amerikan Deniz Kuvvetlerine süresiz olarak kiralayan Platt Zeyilnamesi yer alıyordu. Guantanamo Üssü, Amerika-Küba ilişkilerinde hala önemli bir sorun. ABD Hükümeti her yıl kira bedeli olarak bir çek imzalamakta ama Küba yönetimi çeki bozdurmayı reddetmekte.
  • Hotel Nacional– 1930 yılında inşa edilen otel, devrim öncesi lüksün sembolüydü. Bir çok ünlüyü ağırlamış olan otelin mafia dünyası ile bağlantılı olduğu biliniyor.

  • Malecon– 1902 yılında Amerikalı General Leonard Woods tarafından tasarlanan Havana’nın ünlü sahilinda 19. Yüzyıl sonlarından kalan binalar ve yüksek oteller bulunuyor. Sahilin Rio Almandes’e uzanan bölümü sonraki 50 yılda tamamlanmış.
  • Hotel Habana Libre– Mart 1958’de Havana Hilton olarak açılan, 630 odalı otel latin Amerika’daki en yüksek ve en büyü otel. Kumarhanesi ve gece külübü olan otel, aynı zamanda Castro’nun da karargahıymış.
  • Ernest Hemingway– 1932 yılında adaya gelen yazar, 1940 yılında Finca Vigia’yı satın alarak 20 yıl boyunca burada yaşadı. ‘Çanlar Kimin için Çalıyor?’, ‘İhtiyar Adam’ gibi en ünlü romanlarını burada yazmış. Bugün elini sürdüğü her yer adeta bir turizm tapınağı.
1950’lerde Ernst Hewingway ve kadınlar…
  • Buharlı Trenler– Çoğunlğunun 1920’lerde Philadelphia’da üretildiği buharlı trenler, şeker kamışı çuvalları ile dolu vagonlarıyla Küba’da sık rastlanan bir manzara oluşturuyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.