On günlük Los Angeles seyahatimizin artık sonuna geldik. Aslında Los Angeles diyorum ama belki de en az vakit geçirdiğimiz yer orası oldu. Bölge büyük ve gezilecek çok yer olduğu için genellikle sabahın kör saatlerinde yollara çıkıp vakit kaybını önlemeye çalıştık. Son güne geldiğimizde Las Vegas dönüş yolunda aklımızda iki alternatif vardı. Her şeyden önce Los Angeles’ı hakkıyla gezememiş olduğumuzu düşünüyordum. Ya sabah erkenden Los Angeles’a geçip, en azından orada bir gün daha geçirecektik ya da San Diego şehrine geçip hızlıca da olsa en azından orayı da görecektik.
Karar vermemiz çok zor oldu ama en azından farklı bir yer daha görmüş oluruz diye San Diego’ya geçmeye karar verdik. Sonrasında bu kararın zamanlama açısından yanlış olduğunu anlayacaktık. Zira yol çok uzundu ve hava çok erken kararıyordu. Öğlende varıp yemek yiyince ve saat dörtte hava kararınca pek fazla yer görme şansımız olmadı.
Las Vegas’tan San Diego’ya yaklaşık beş saate vardık. Önce direk Good Nite Inn San Diego isimli otelimize giriş yapıp eşyalarımızı bıraktık. Otel yine bizim yol geçen hanlarından 🙂 Artık bu stili sever olduk bile diyebilirim. Koyu mavi ve turuncu renkleriyle boyanmış. Genelde bu tarz yerlerde gördüğüm odalar büyük ve temiz.
San Diego diğer adıyla ‘Sun Diego’, Amerikalıların en sevdiği şehirlerden biri. Lakabı ‘America’s finest city’ yani ‘Amerika’nın en güzel şehri’. California’nın en güneyindeki şehir, konumundan dolayı yılın her günü güneşli. Zengin eğlence hayatı için gençlerin, deniz kenarındaki sakin mahallerinden ötürü de emeklilerin cenneti!
Biz de kısacık vaktimizde bu şehri keşfetmek için otelden oyalanmadan çıkıp hemen Downtown’a indik. Her zamanki gibi otopark sorun ama artık biz tecrübeliydik. Downtown’da park yerleri her yerde olduğu gibi ucuz değil. Ama bazı otoparklar belli bir saate kadar ücretsiz. Downtown dışında ise otoparklar ücretsiz.
Kutsi çok aç olduğu için, pek de oyalanmadan, arabayı park edip yürümeye başladık. Kutsi’nin açlıktan gözü karardığı için pek gezip dolaşma şansımız olmadı, önümüze gelen ilk beğendiğimiz yere giriverdik. Water Grill, gerçekten şık ve stil bir restoran. Bu tarz fiyatlara da yansımış olduğundan fiyatlar da epey yüksekti.
Kutsi fish & chips, bense bir salata yedim (salatanın sadece yaprakları ve üstünde iki dilim avokado vardı). Pek değmediğini düşündüğüm bu mönüye kırk dolar ödedik. Paradan daha ziyade vakit kaybettiğimize üzüldüm. Bunun yerine hızlıca bir şey atıştırabilir ve günü kaçırmayabilirdik.
Down Town, aynı zamanda San Diego’nun gece hayatının merkezi. 4, 5 ve 6. Caddelerde pek çok sayıda restoran, bar ve gece kulübü bulunuyor. Burası, Gaslamp Quarter olarak da isimlendirilen şehrin en hareketli bölgesi.
Market Street ile 5th Avenue en hareketli caddeleri. Doğal olarak burada pek çok Meksika restoranı bulmak mümkün. Bölgenin göbeği ise Hortons Plaza alışveriş merkezi. Hatta buraya aracınızı bırakırsanız ve bileti içeride okutursanız üç saat bedava otopark imkanı da var.
Downtown’da hareketli bir diğer bölge Little Italy. Özellikle akşamları epey hareketli ve cumartesi günleri de öğlene kadar kurulan pazarı varmış. Biz göremedik ama eğer gerçekten İtalyan ürünleri satılıyorsa ziyarete değer bence…
San Diego bir liman şehri. Hatta denizcilerin şehri de diyebiliriz. En büyük piyade üssü ve deniz kuvvetlerinin büyük bölümü burada. Bu şehir aynı zamanda Meksika’ya geçiş kapısı. Meksika’nın Tijuana şehri ile arasındaki San Ysidro sınır kapısı dünyanın en işlek sınır kapılarından biri olabilir. Zira günü birlik oradan gelen ya da oraya giden işçiler dahi var. Bizim de ilk planımızda San Diego’da daha fazla vakit geçirip Meksika’ya geçmek vardı. Ancak Las Vegas’ta fazladan kaldığımız iki gün işi biraz değiştirdi.
Meksika’ya bu kadar yakın olması, haliyle yoğun bir Meksika kültürünü de hissettiyor. Bölgedeki nüfusun yarısından fazlası hispanik.
San Diego, bu kıtadaki pek çok yer gibi 1542 yılında ilk olarak İspanyollar tarafından keşfedilmiş. Hatta adı da onlara ait üç gemiden birinden geliyor. Hala eski günlerdeki halini koruyan bugünkü Old Town, İspanyolların ilk yerleşim yeri olmuş.
Hızlıca en popüler sokakları arasında dolaşmaya başladık. San Diego Convention Center yolumuzun üstündeydi ve hızlıca bir göz attık ve sonraki istikamet The Fish Market San Diego.
İçeride balığın ve deniz ürünlerinin bin bir çeşidi. Aynı zamanda güzel de bir restoran. Keşke burada yeseydik diye düşünmeden edemedim.
Fish Market’in hemen karşısında dev bir uçak gemisi var. Burası aslında bir müze. Midway Museum benim ilgimi çekti dersem yalan olur.
Ben onun yerine parktaki ‘sevdiğine kavuşan bahriyeli heykeli’ ve diğer heykellerin hikayesi ile ilgilenmeyi tercih ettim.
II. Dünya Savaşı sırasında Japonlara karşı ilk ateşin açıldığı yer burası. Denizci ile hemşire sevgilisi New York’ta Times Square’de öpüşürken fotoğraf çekilse de heykelleri burada bir nevi kutlama anlamında yapılmış. Savaşın sona ermesiyle çekilen bu kutlama fotoğrafından uyarlanan heykel bana savaşın yaşattıklarını düşündürdü ve getirdiği acıları…
Heykeli hemen karşısındaki diğer metal heykeller ise savaşta yaralananları ve onlara radyo programı ile seslenen birini canlandırıyor.
Günün en güzel anı Pacific Beach oldu sanırım. Güney California’nın en güzel sahillerinden biri, özellikle de güneşin batma saatlerinde Crystal Pier üzerinden bu sahili izlemek muhteşem.
Deniz üzerinde dalganın gelmesini bekleyerek sörf yapanlar ise okyanusa ayrı bir renk katıyor. İskelenin üzerindeki ahşap evler ise bana hemen ‘bir dahaki sefere burada kalalım’ dedirtti, hele de eski arabayı görünce… 🙂
Pacific Beach Boardwalk’ta başladık yürümeye. Garnet Avenue en popüler caddesi ve aynı sahil gibi cıvıl cıvıl. Baloncuklar yaparak gösteri yapan bir adam, müzik yapan gençler, müzik sesleri yükselen barlar, rengarenk ürünlerle dolu butikler…
Bohem bir tarz sunan kafeler oldukça kalabalıktı. Gün batımı saatleri burada en popüler saatler çünkü. Biz de gözümüze kestirdiğimizden birine girdik. Gerçekten herkes eğlenmeyi biliyor. İçerisi dans edenlerle doluydu ve herkes birbiriyle dans ediyordu. Kimsenin birbirine rahatsızlık vermeden böyle eğlenebilmesi bizim çok hoşumuza gitti ve biz de eğlencenin içine karışıverdik bir anda…
Bizim vaktimiz kısıtlı olduğu için üç kilometrelik yolun tamamını yürümedik. Yol Mission Beach sahiline varıyor ve San Diego’nun pek çok sahilinde olduğu gibi burada da harika evler varmış. Aynı zamanda Belmont Park isimli lunapark da buranın eğlencelerinden biri.
Ocean Beach ise vaktim olsaydı muhakkak gitmek isteyeceğim yerlerden çünkü San Diego’nun hippi mahallesi burası.
Artık havanın kararmasıyla ve danslarımızı edip eğlencemizi de tamamladıktan sonra aklımda kalan ıstakozu yiyebilmek için Rockin Baja Lobster Gaslamp’a gittik. Burası da tam bir hayal kırıklığı oldu. Ben tabakta dev bir ıstakoz hayal ederken, kızarmış ıstakoz bacakları ve ıvır zıvır geldi. Öğle yemeğinden bile kötü olan bu seçimimiz için 65 dolar ödedik.
Geç saatte yenilen oldukça sağlıksız bir yemekten sonra biraz mide ağrısı ile San Diego’nun en ünlü mahallesi La Jolla (okunuşu La Hoya) içinde araba ile bir tur attık. Ne yazık ki gece karanlığında buranın güzelliğini anlayamadık. Halbuki La Jolla, askeri hava alanının olduğu Miramar ile birlikte San Diego’nun en lüks mahallesi.
La Jolla sahilinde pek çok fok balığı da var. Son zamanlarda Netflix’te, Jane Fonda’nın 80’li yaşlarda ne kadar güzel ve dinç olunabileceğini gösterdiği ve pek keyifle seyrettiğim ‘Grace and Frankie’ dizisi gibi pek çok filmin de çekildiği yer burası.
Muhteşem manzaralara sahip çarpıcı bir sahil şeridi ile La Jolla’nın Californiya’daki en popüler sahillerinden biri olması şaşırtıcı değil. La Jolla, doğal güzelliği, faaliyetlerin bolluğu ve lüks köy yaşam tarzı ile San Diego’nun “mücevheri” lakabını hak ediyor.
Dünyanın en iyi sahil destinasyonlarından biri olarak düzenli olarak oy alan La Jolla, lüks otellerden ücretsiz plajlara, müzeler ve sanat galerileri, eşsiz butikler, harika restoranlar ve açık hava etkinlikleri ile dört mevsim herkesin tercihi. Meşhur Torrey Pines Golf Sahası ve Torrey Pines’teki The Lodge’a ev sahipliği yapan muhteşem manzaralara sahip bakımlı yürüyüş parkurları ve birinci sınıf golf sahası sunmakta.
Kıyı şeridi boyunca, ailelerin yaz aylarında piknik yapabileceği Scripps Park, ‘4 Temmuz’ havai fişeklerinin ve yıldızların altındaki konserlerin de gerçekleştiği park. La Jolla’nın güzel plajları, yüzücüler, sörfçüler, dalgıçların tercihi. La Jolla Shores, Cove ve Windansea‘nın altın kumları da uzanmak ve güneş batışını izlemek için mükemmel.
Bloglardan birinde San Diego için ‘gezmenin değil yaşamanın keyifli olduğu yer’diye okumuştum. Çok kısa olan gezimizde bile bunu fark ettik. Biz La Jolla’da ne yazık ki bu keyifleri yaşayamadık ama ertesi gün artık muhteşem yolculuğumuzun son günüydü. Midemizde geç saatte yenilen sağlıksız bir yemeğin biraz ağrısı içinde; denizin, güneşin ve eğlencenin olduğu bu sahil şehrinde bir dahaki sefere daha uzun kalabilmeyi dileyerek otelimize döndük.
San Diego seyahatimiz boyunca cep telefonla çektiklerime bakarken farkında olmadan sanki bu şehrin seslerini kaydetmişim gibi geldi. Oldukça amatör daha olsa anılarımı aşağıdaki youtube videomda topladım. Yazdıklarımı ve günümüzü de bir nevi anlatan videom için haydi buyrun, keyifli izlemeler 🙂
Sabah, indirimli mağazalardan biraz alışveriş yapıp Los Angeles’a yola çıktık. Aracımızı teslim edip havaalanına girdiğimizde bütün ömrümüz boyunca hatırlayacağımız harika bir seyahat yapmanın keyfi içindeydik.
On gün içinde belki uykumuzdan oldukça fedakarlık ettik ama Los Angeles, San Francisco, Las Vegas, Page, Antilop Kanyon, Grand Canyon ve San Diego gezileri yaptık. Yetti mi? Elbette hayır. Aklımız ve ruhumuz buralarda kaldı. Kutsi de, ben de tek yön bilet alarak, zaman sınırlaması olmadan batı Amerika’yı boydan boya gezme dileğiyle, on iki saat sürecek olan uçak yolculuğumuzda koltuklarımızda yüzümüzde kocaman bir gülümseme ile uykuya daldık…
Biz Gidemedik Ama San Diego Gezilecek Yerler 🙂
- Balboa Park– Şehrin simgesi olan bu park, özellikle hafta sonlarında herkesin piknik yaptığı bir botanik bahçesi. Bir çok filme ev sahipliği yapmış park oldukça büyük. İçinde parklar, bisiklet yolları, dükkanla restoranlar olan parka Salı günleri giriş ücretsiz.
- San Diego Zoo– Balboa Park’ın içindeki hayvanat bahçesi, akşam saatleri de açık. 22- 33 dolar arası giriş ücreti var.
- Sea Worldve Shamu– San Diego denilince akla gelen yerlerden biri.
- Wild Animal Park– Afrika safari turları ve özel akrobasi şovları yapılıyor. Özellikle de katil balina şovu. Giriş ücreti 46-56 dolar arası.
- Lego Land– adı üstünde ‘Lego’ dünyası! J
- Seaport Village– Küçük dükkanlardan oluşan deniz kenarındaki alışveriş merkezi
- Del Mar– San Diego at yarışlarının yapıldığı yer, harika evler ve lüks restoranları ile ünlü
- Coronado Adası– San Diego’ya bir köprü ile bağlanıyor. Ferry ile on beş dakikada ulaşmak mümkün. 1888 yılında yapılan ve hayaleti ile ünlenen Hotel del Coronadoda lüksün adresi olan bu adada. Hayaletli olmasına rağmen konaklama ücreti oldukça yüksek 🙂
- Misson Bay– (False Bay olarak da geçiyor) San Diego’nun en sakin bölgelerinden. Bot ve yelkenli yarışları burada yapılıyor. Yüzme ve su sporlarının da yapıldığı plajında şezlong yok. Herkes havlusunu getirip güneşleniyor.
Harika bir yazı daha ellerine emeğine sağlık canım 😊👏👏👋
Çok teşekkür ederim… 🙂